Sümela Manastırı ve yaklaşan tehlike

Yaz mevsiminin gelmesiyle birlikte, ülkemizin çeşitli bölgelerinde orman yangınlarıyla karşı karşıya kalma riski yeniden artıyor. Her yıl olduğu gibi, bu yangınlar doğal yaşamı ve insanları tehdit ediyor, canlıları ve ekosistemleri tahrip ediyor. Ancak, bu yangınlar sadece alevlerin yuttuğu ağaçlarla sınırlı değil, aynı zamanda doğanın bize seslenişinin de bir yansımasıdır.

Orman yangınları sıklıkla insan kaynaklı ihmallerden veya kasıtlı olarak başlatılan yangınlardan kaynaklanır.

Türkiye'de, resmi istatistiklere göre son 50 yılda yaşanan orman yangınlarının yüzde 87'si (adet olarak) insan kaynaklı sebeplerle gerçekleşmiştir.

Yine resmi verilere göre insan kaynaklı yangınlar sebebiyle tahrip olan orman alanlarının oranı yüzde 98 (yüzde 54'ü piknik ateşi, çoban ateşi, sigara, alkol, anız yakma gibi ihmaller; yüzde 40'ı faili meçhul ki ben bunların diğer yüzde 54'lük kısımla aynı sebeplere dayalı olduğu kanısındayım; yüzde 4'ü ise kasıt).

Yol kenarına izmarit atmak, ormanda çöp, soda şişesi vs. bırakmak gibi cahilce ve çağ dışı davranışlarla çıkan orman yangınlarında doğaya ve milyonlarca canlıya adeta cehennemi yaşatmaktayız.

Bu sorun sadece günümüzün sorunu değildir elbette.

Yüzyıllardır yangınların nasıl çıktığına, doğanın nasıl kirletildiğine bakacak olursak, müsebbiplerinin tablosunda tek bir "hayvana" rastlayamayız. Hiçbir içecek kutusu, hiçbir izmarit veya hiçbir naylon poşet - yanlış anlaşılmaktan korkarak yazıyorum- yaban hayvanları veya bitkiler tarafından atılmamaktadır. Dolayısıyla bu konuda hayvanları veya bitkileri suçlamak mümkün değildir. Tüm kirlilik ve bozulmaların faili maalesef ki "insan"!.. Her taşın altından insan çıkıyor ve o taşın da altını kurutmuş olarak çıkıyor ne yazık ki!

Basit bir günlük yaşam çıktısı ile bu haftaki konumu somutlaştırmaya çalışacağım sevgili okurlarım:

Ramazan Bayramı tatilini memleketim Sürmene'de geçirdim ve Trabzon'un en önemli simgelerinden biri olan Sümela Manastırını da ziyaret ettim.

Yeşilin ve mavinin eşsiz bir ahenk oluşturduğu Trabzon'un Maçka ilçesinin Altındere Vadisi'nde bulunan ve Karadağ'ın yamaçlarına kurulan Sümela Manastırı, UNESCO Dünya Miras Geçici Listesi'nde yer alıyor. Altındere Vadisi'nden yaklaşık 300 metre yüksekte yer alan ve yamaca kurulan Sümela Manastırı'nın etrafı ormanlık alan. Manastıra bir süre ring araçlarıyla ve bir süre de yürüyerek çıkılıyor.

Sümela Manastırı'nı geçen yıl 451 bin 453 turist gezmiş. Manastıra gelen ziyaretçi sayısında, önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 33 artış gerçekleşmiş.

Kentin 2022'de 228 olan konaklama tesis sayısı, geçen yıl yüzde 7 artışla 244'e ulaşmış.16 bin 965 olan yatak sayısı da yüzde 4 yükselerek 17 bin 642'ye yükselmiş.

Görüldüğü üzre Manastır Trabzon ve Dünya için çok kıymetli bir eser.

Altındere Vadisi'nden Sümela'ya çıkarken her yerin darmadağınık; pet şişeleri eciş bücüş, kapakları şarapnel parçaları gibi dağılmış, naylon poşetler sanki toprak örtüsü gibi her tarafa yayılmış; yemek artıkları, sigara izmaritleri, kömür fosilleri, kağıt, karton, metal, cam ne varsa... Ve hatta bebek bezleri kendine bir yer edinmiş ve asli unsurların önüne geçmiş vaziyette olduğunu görmek içimi acıttı.

Evet, Sümela ziyareti planımın karşımızda duran kabus dolu karşılığıydı gördüğüm manzara.

Acaba dedim bu vadiden nasıl bir canlı türü geçti de bu hale geldi burası. Ve eğer bir canlı türü geçtiyse muhtemelen sürü halinde geçmiştir diye de düşünmeden edemedim. Aklıma bunları yapanların insan olabileceği ihtimali hiç gelmemişti. Bunları yapanlara insan demek için insanı tanımamak gerekir zira. Çünkü insan; doğduğu ve yaşadığı zemine sahip çıkar, ait hisseder. Milli, ya da mukaddes zeminde de düşünsek, müşterek evrensel değerler üzerinden de düşünsek, bu ihaneti hiçbir insan yapamazyapmamalı diye düşünüyorum.

Bu tarihi alanda bir orman yangını çıkması halinde Sümela'nın ve güzelim Altındere Vadisi'nin yok olacağını söylemek için medyum olmaya gerek yok sevgili okurlarım.

Sayısız nimetlerle donatıldığımız dünya hayatında, her türlü nimetten hissedar olduğumuz bu cennet vatanımızda sanırım nimet körlüğüne tutulduk. Tarih ve doğayı ziyaret etmek gibi masum ve sosyal bir aktiviteyi bu şekilde bir vahşete dönüştürmek ciddi bir sosyolojik ve psikolojik sorundur diye düşünüyorum.