Bazı haberler vardır, insan okur ve unutur.
Bazı haberler ise insanın içine işler, bir kor gibi yakar, sarsar, değiştirir.
İşte Batman'dan gelen bu haber, tam da böyle bir haberdi:
Bir kadın...
Bir anne...
Adını açıklamak istemeyen bir Anadolu kadını...
Evlendiğinde kendisine mehir olarak verilen, yaklaşık 1.5 milyon lira değerindeki altınlarını gözünü kırpmadan Gazze'ye bağışladı.
Bu satırları okurken, hayatın karmaşası içinde yitirdiğimiz bazı değerlerin hala yaşadığını hissettim.
Ve bir kez daha inandım:
Bu toprakların mayasında, gösterişsiz bir asalet, sessiz bir cömertlik ve tarifsiz bir vicdan saklı.
Öyle ki dünyanın dört bir yanı zalimlerin sesiyle inlerken, bu ülkenin isimsiz kahramanları, kimseye duyurmadan bir yetimin duasına, bir mazlumun umuduna dönüşüyorlar.
Anadolu'da mehir, sadece evliliğin maddi teminatı değildir.
Mehir; bir kadının onurunun, güvenliğinin ve eşine olan itimadının ifadesidir.
O altınlar, bir ömür boyu biriktirilmiş hayallerin, duaların, emeklerin sembolüdür.
Bir annenin kızına sessizce verdiği nasihattir:
"Başını dik tut, elin güçlü olsun." diyen bir dua gibidir.
Ve işte o altınları bir anda elinin tersiyle itebilmek, sadece maddeden değil; dünyadan da yüz çevirmeyi göze alabilmektir.
Batmanlı anne, belki adını tarihe yazdırmadı.
Belki onun hakkında televizyonlarda belgeseller çekilmeyecek.
Ama biliyoruz ki, Gazze'de bir yetimin boynunda, bir annenin gözyaşında, bir bebeğin tutunduğu hayatta onun izi sonsuza dek yaşayacak.
Bilir misiniz, gerçek kahramanlık bazen alkışlar arasında değil; sessiz bir odada, insanın kendi vicdanıyla yaptığı bir tercihle başlar.
İşte bu hanımefendi, o tercihi yaptı.
Malını değil, yüreğini gönderdi Gazze'ye.
Altınlarını değil, duasını sardı o yaralı coğrafyaya.
Dünyanın dört bir yanı sarsılırken...
Gazze, bombaların gölgesinde nefes almaya çalışırken...
O kadın, evinin sıcaklığından, geleceğinin güvenliğinden, hayalini kurduğu nice güzellikten vazgeçti.
Çünkü biliyordu:
İnsan, ancak başkası için yandığında insandır.
İnsan, ancak ekmeğini bölüştüğünde kardeştir.
İnsan, ancak acıya ortak olduğunda gerçek zenginliğe ulaşır.
Bizler büyük medeniyetlerin çocuklarıyız.
Selçuklunun kervansaraylarında aç kalan yolculara sofra kuranların torunlarıyız.
Osmanlı'nın vakıflarında göçmen kuşlara, aç kedilere, köpeklere gece gündüz yemek dağıtanların evlatlarıyız.
"Komşusu açken tok yatan bizden değildir." diyen bir Peygamber'in ümmetiyiz.
Ve şimdi, Batman'da sessiz sedasız, gösterişsiz bir kadın; bu mirası, bu insanlık onurunu bir kez daha canlandırdı.
İnsanoğlu çoğu zaman kendini sahip olduklarıyla ölçer:
Evler, arabalar, altınlar, banka hesapları...
Oysa gerçek zenginlik; sahip olduklarından vazgeçebildiğin ölçüde büyür.
Bazen bir lokmayı bölüşebilmek, bazen bir bileziği satıp bir yetimi doyurabilmek,
Bazen de kendin için sakladığın geleceği, hiç tanımadığın kardeşlerin için feda edebilmektir.
Ve en güzeli de şudur:
Bu hanımefendi ne sosyal medya fotoğraflarıyla şov yaptı, ne kameraların önüne geçip ağladı.
Gerçek zenginliğin, kolunda parlayan altınlarda değil; başkalarının gözyaşını silen kalplerde saklı olduğunu bildi.
Batman'dan Gazze'ye uzanan bu sessiz fedakarlık, tüm gürültülerin arasında adeta bir dua gibi yükseliyor.
Ve bize hatırlatıyor:
İnsanlık ölmedi.
Vicdan hala var.
İrfan hala dipdiri.
Bazen düşünüyorum:
Belki de bu coğrafyanın gerçek kahramanları hiçbir zaman meşhur olmadılar.
Belki adları tarih kitaplarında yazılmadı, belki hiç yazılmayacak da.
Ama bu topraklar, onların alın teriyle, gözyaşıyla, duasıyla dimdik ayakta kaldı.
Bir bakkalın veresiye defterini toptan satın alıp borçları silenler...
İsmini yazmadan yetimlere erzak taşıyanlar...