Perde arkasında kimler var

Sanat, bir milletin ruhunu ve hafızasını yansıtan en güçlü aynadır. Onun ışığıyla milletlerin geçmişi aydınlanır, geleceği şekillenir. Ancak bu ışık, kirli niyetlerin ve çıkar odaklarının ellerine geçtiğinde, milletin değerlerini karartan bir gölgeye dönüşür. Türk sineması da ne yazık ki uzun yıllar bu gölgenin altında ezilmiştir.

Yeşilçam eliyle uzun yıllar din ve manevi değerler bilinçli bir şekilde hedef alınmış, inanç sistemimiz toplumsal hayattan koparılmaya çalışılmıştır. İmamlar, bilgelikten ve ahlaktan uzak, cehaletin ve sahtekarlığın temsilcisi gibi gösterilmiştir. İnanç, cehaletin bir sembolü haline getirilirken, Batı'dan ithal edilen yaşam biçimleri yüceltilmiştir. Topluma ait kutsallar itibarsızlaştırılmış, bir milletin bin yıllık manevi mirası karalanmıştır.

Ancak bu yozlaşma yalnızca manevi değerlere saldırıyla sınırlı kalmamış; toplumsal yapıyı çözmek için alkol, sigara, şiddet ve kumarın cazibesi, Yeşilçam eliyle adeta birer yaşam biçimi olarak topluma enjekte edilmiştir. Eski Türk filmlerinde bir elinde kadeh, diğerinde sigara tutan, karşısındaki kadını tokatlayan "erkek adam (!)" figürü, dönemin en yaygın klişelerinden biri haline getirilmiştir. Bu sahneler, yalnızca bireysel karakterlerin ahlaki zayıflığını değil, bir toplumun değerler sistemine yönelik sistematik bir saldırıyı temsil etmektedir.

Şiddet, bir çözüm yöntemi gibi gösterilerek normalleştirilmiş; cesaret, kaba kuvvetle eş değer tutulmuştur. Alkol, özgürlüğün ve modernliğin bir simgesi olarak yüceltilmiş, genç zihinlerde özentiye dönüştürülmüştür. Sigara ise asaletin ve statünün bir göstergesi gibi işlenerek, sağlığa ve toplumsal refaha karşı tehlikeli bir ideal oluşmuştur. Bu öğeler, yalnızca sahne dekoru olmaktan çıkarılıp karakterlerin kimliğine ve hikayenin özüne işlenmiş; böylelikle nesiller boyunca bu zararlı alışkanlıkların cazibesi artırılmıştır.

Kumar masaları, zenginliğe ve güce ulaşmanın cazip bir yolu olarak resmedilmiş; zorluklarla mücadele etmenin yerini, şansa ve zahmetsiz kolay kazanca dayalı bir hayal dünyası almıştır. Oysa bu sahneler, kazananların parlak yüzünü gösterirken, kaybedenlerin yok edilen hayatlarını ve toplumsal bedelleri gizlemiştir. Hangi toplum, başarının ve gücün kaynağını erdem yerine şiddette, çalışkanlık yerine kumarda ararsa, o toplumun geleceği karanlıktır.

Bu anlayış, yalnızca bireylerin ahlaki çöküşüne değil, toplumsal bağların çözülmesine de neden olmuştur. Aile bağları zayıflatılmış, kadın ve erkek arasındaki saygı ve sevgi yerini şiddetle biçimlenen ilişkilere bırakmıştır. Toplumun en temel taşı olan aile, bu anlayışla hedef alınmış, bireyler arasında sağlıklı ilişkilerin gelişmesi engellenmiştir. Oysa ki aile, toplumun köküdür; kökler zayıfladığında, bir milletin çınarı ayakta kalamaz.

Bu yapımlar, gençlere yalnızca bir hikaye değil, aynı zamanda bir yaşam modeli sunmuş; idealize edilen karakterler, yozlaşmanın maskelenmiş yüzü olmuştur. Sanat, toplumu aydınlatması gerekirken, karanlığa hizmet eder hale gelmiştir. Bugün bu sahnelerin mirası, toplumun ahlaki dokusunda hala hissedilen çatlaklar olarak karşımızdadır.

MAFYA KÜLTÜRÜ VE EKRANDAKİ TEHLİKE

Son yıllarda sinema sektörünün daha da karanlık bir yöne evrildiğini görmekteyiz. Mafya dizileri ve filmleri, yasa dışı hayatı romantize ederek, gençlerin zihinlerini ve kalplerini çalmaktadır. Bu yapımlarda yasa dışı yollarla elde edilen güç ve servet, bir karizma unsuru olarak sunulmaktadır. Şiddet, adeta bir çözüm yöntemi; zorbalık ise bir liderlik göstergesi gibi resmedilmektedir. Bu diziler, gençlerin gerçek başarıya ve emeğe olan inancını zayıflatarak onları hayalî kahramanlara hayran bırakmaktadır.

Mafya dizileri ve filmleri, yalnızca bireysel düzeyde zarar vermekle kalmamakta, aynı zamanda toplumsal adalet ve güven duygusunu da zedelemektedir. Adaletin yerini intikam, hukukun yerini zorbalık aldığında, toplumu bir arada tutan bağlar kopmaya başlar. Bugün, ekranlardan yayılan bu mesajların, sokaklarda şiddet ve kaos olarak geri döndüğünü üzülerek izliyoruz.