Geçmiş zaman olur ki, hayali cihan değer... Takvim yaprakları düşer birer birer, mevsimler sessizce geçer; fakat insanın yüreğinde yalnızca kalbe dokunan anlar kalır. Ne uzun cümlelerdir akılda kalan, ne de gelip geçen gündelik telaşlar... Bir tebessüm, bir ses, bir dokunuş... Çocukken elimize tutuşturulan bayram şekeri, sabahın serinliğinde annemizin "hadi kalk, bayram namazına geç kalacaksınız" diye fısıldayan sesi... Babamızın tıraş sonrası yüzüne sürdüğü kolonya kokusu, ninemizin kesesinden çıkarıp uzattığı bayram harçlığı, özenle ütülenmiş gömlekler, alınan ilk bayramlık kara lastiğin gıcırtısı... Kalabalık bir sofrada yükselen kahkahalar, açılan kapılardan taşan "hoş geldiniz" sesleri... Bayram dediğin, bazen bir kolonya kokusudur, bazen çocuk gözlerinde parlayan sevinç, bazen de affın, helalliğin sessizce aktığı bir bakıştır.
İşte bayramlar; sadece dinî vecibelerin yerine getirildiği günler değil, aynı zamanda insanî olanların hatırlandığı zamanlardır. Unuttuklarımızı yeniden hatırlama, ihmal ettiklerimizi yeniden kucaklama, kırdıklarımızla yeniden yüzleşme vaktidir. Ve Kurban Bayramı, bu hatırlayışın en derin, en köklü, en anlamlı vesilesidir.
Kurban, sadece bir kesim değil; bir teslimdir. Hırslarımızı, bencilliğimizi, kibirimizi, nefsimizi kesip Hakk'a yakınlaşmanın adıdır. Kurban, Hz. İbrahim'in adanmışlığıyla, Hz. İsmail'in teslimiyetiyle bize miras kalan bir hakikat yolculuğudur. Orada sadece bir baba-oğul yoktur; orada sadakat vardır, tevekkül vardır, insanın Rabb'iyle imtihanı vardır.
Fakat bugün bu büyük ibadeti, zaman zaman şekle hapsederek anlamından uzaklaştırıyoruz. Kurbanı; ruhundan soyup sadece et kesimine indirgeyen bir zihinle yüzleşiyoruz. Oysa kurban, kanla değil kalple anlam kazanır. Göstermelikle değil, niyetle kabul bulur. Usul esastır. Kurbanlık, ehil ellerce, hayvana acı çektirilmeden, sağlığa zarar vermeden, ibadet ciddiyetiyle kesilmelidir. Bu, hem ibadetin vakarına hem insanlığımıza yaraşan bir özenin adıdır.
Ve sonra gelir paylaşmanın vakti...
Kurban eti, sadece sofraya değil, gönle düşmelidir. Komşuya, akrabaya, tanımadığın yoksula... Kurban, derin dondurucularımıza değil; hakkı olana, gözetilmesi gerekene ulaşmalıdır. Evet, buzluklarda 12 ay tüketilen etler değil; ihtiyaç sahiplerinin duasına dönüşen lokmalar bayramı bayram yapar. Paylaştıkça çoğalan, çoğaldıkça bereketlenen bir ibadettir bu. Kurbanın en güzel yeri, bir yetim çocuğun tabağına düşen lokma, cebine konan harçlıktır belki de...
Ve evet... Bu bayram, bir lokmanın kıymetinin kurşunla ölçüldüğü yerleri de unutmamaktır. Gazze'de bir bayram sabahına daha enkaz altında, susuz, ilaçsız, yetim, öksüz ve yalnız uyanan kardeşlerimizi hatırlamaktır. Bayram sofrası kurulamayan, tekbir sesiyle değil, bomba sesleriyle güne uyanılan topraklarda hala direnen o mazlumların adını kalbimizde taşımaktır. Kurban paylaşmaksa eğer; gözyaşlarını da paylaşmak, onların acısına bigane kalmamaktır. Dualarımızda onlar da olsun, unutmayalım: Gazze hala kanıyor, hala bekliyor...
Bayram, ziyaretle anlam bulur.
Unutulan kapılar çalınmalı, ihmal edilen eller öpülmeli, kırgın gönüller onarılmalı. Sadece eller değil, kalpler de bayramlaşmalı. Annenin, babanın, amcanın, teyzenin, mahzun kalan yaşlı komşunun kapısı çalınmalı. Bir çay içimi zaman ayırmak bile bazen bir ömürlük dua kazandırır insana.
Ve çocuklar... En çok da yetim çocuklar...
Yeni bir ayakkabının sevinci, küçük bir harçlığın heyecanı, bir şekerin verdiği gülümseme... Bayram onların yüzünde parlamıyorsa eksiktir. Hele ki bayramlarda yüzü güldürülmeyen bir çocuk varsa, bizim eksikliğimizdir. Unutulmasın: Kimsenin çocuğu olmayan çocuklar, hepimizin evladıdır.