İçtenlik, İyilik ve İmanın Bayramı: Ramazan Bayramı

Bir Ramazan ayını daha geride bırakıyoruz. Bir ay boyunca sabırla, şükürle, dua ile ve paylaşmayla yoğrulduk. Kalplerimiz yumuşadı, ellerimiz açıldı, sofralarımız bereketlendi. Şimdi o manevi iklimin ardından bayrama ulaşmak üzereyiz. Ramazan Bayramı geldi çattı. Bu bayram, yalnızca bir takvim yaprağındaki tatil değil; binlerce yıllık bir kültürün, bir medeniyetin ve inancın insanlığa sunduğu en kıymetli duraklardan biridir.

Bayram, insana yeniden insan olduğunu hatırlatır. Kaybettiklerimizi fark ettirir: unuttuğumuz selamları, eksilen duaları, görmezden geldiğimiz komşuları, kırdığımız gönülleri... Bayram, vicdanın sesinin yükseldiği; nefsin sustuğu, merhametin öne çıktığı, hataların telafisi için bir fırsatın sunulduğu müstesna bir zamandır.

İçinden geçtiğimiz çağ, insanları giderek yalnızlaştırıyor. Herkes birbiriyle yan yana ama kimse kimseye yakın değil. Kalabalıklar içindeki bu yalnızlık, kalplerin arasına görünmeyen duvarlar örüyor. İşte bayramlar, o duvarları yıkmak için eşsiz birer fırsattır. Bu nedenle küslükleri sona erdirmek, yalnızca bayram adabının bir parçası değil; aynı zamanda bir vicdan borcudur.

Kim bilir, belki de küs olduğunuz o kişi sizden bir adım bekliyor. Belki de siz, o adımı attığınızda bir ömür sürecek bir huzurun kapısını aralayacaksınız. Ne kaybedersiniz Gururunuz mu Oysa gurur, insanı en çok yaralayan zırhtır. Bir el uzatmak, bir "Hakkını helal et" demek, bir özür dilemek... Bunlar zayıflık değil; aksine gerçek güçtür. Bayramda kırgın durulmaz. Hele ki yıllardır konuşmayan kardeşler, küs kalan akrabalar bayram sabahı hala sessizse, o bayram eksik bir bayramdır.

Büyükleri ziyaret etmek bir gelenek değil, bizim özümüzdür. Bizi biz yapan, sırtımızı dayadığımız o köklü geçmiş; dedelerimizin, ninelerimizin dualarıyla yoğrulmuştur. Onların elini öpmek, yanında oturmak, bir hatıralarını dinlemek yalnızca bir görev değil; ruhen de dinlenmektir. Bugün yaşlılarımız en çok da yalnızlıkla mücadele ediyor. Bayramda bir telefon açmak, kapılarını çalmak, "Dede, Babaanne, Anneanne... nasılsın" demek belki de bütün yılın yükünü hafifletecek. Çünkü bazı bayramlar, bir tek ziyaretle güzelleşir. Bazı gönüller, bir tek hatırla şenlenir.

Ve unutmadan: mezar ziyaretleri... Bayram, yalnızca yaşayanların değil, aramızdan ayrılanların da hatırlandığı zamanlardır. Onları unutmamak, mezarları başında bir Fatiha okumak, kabirlerini sulamak; onların da bu bayramda bizimle olduklarını hissettirir. Mezar taşları susar, ama biz konuşuruz. Gidenlere borcumuz yalnızca bir dua değildir; onların bıraktığı değerleri yaşatmaktır. Ne demişler: "Ölüler, unutulunca ölür." O halde bu bayram, unutmayalım. Bir mezar başında sessizce bekleyelim, ruhlarına bir Fatiha armağan edelim. Bu, hem bir vefa hem de bir insanlık borcudur.

Bayram vesilesiyle memleket yollarına düşenler için de küçük ama hayati bir hatırlatma yapmak gerek: Sevdikleriniz sizi sağ salim görmek ister. Kavuşma heyecanı içinde, kendimizi uykusuz ve yorgun birer direksiyon savaşçısına dönüştürmeyelim. Plansız, dikkatsiz ve aceleci bir seyir anlayışı; bayramlara ağır ve kara gölgeler düşürmektedir sevgili okurlarım. Yakın tarihimiz bunun acı örnekleriyle doludur.

Atalarımız ne güzel demiş: "Geç olsun ama güç olmasın." Gideceğimiz ve döneceğimiz yerlerde bekleyenlerimiz var. Geç kaldık diye kimse ağlamaz; ama bir daha sarılamazsak, bir ömür dinmeyecek gözyaşları olur. Kurallara uyan, sevdiklerine doyan bahtiyarlar olalım inşallah.