Bir sabah mahallenizdeki fırına gittiğinizi düşünün...
Kapı kapalı. Camda sararmış bir kağıt asılı:
"Usta bulunamadığı için geçici olarak kapalıyız."
O zaman anlıyorsunuz ki bu mesele bir fırının meselesi değil, bir ülkenin hikayesi.
Türkiye, sessiz ama yakıcı bir krizin ortasında: Usta ve yetişmiş eleman kıtlığı.
Bu tablo elbette ki bir günde oluşmadı. Aslında her şey, bir dönemin ideolojik körlüğüyle ve hatta yobazlığı, bağnazlığıyla başladı.
28 Şubat'ın o kasvetli yıllarında, "imam hatiplerin önünü keselim de ne olursa olsun" diye çıkarılan 8 yıllık kesintisiz eğitim ve katsayı zulmü, yalnızca inançlı pırıl pırıl gençlerin değil, bir ülkenin üretim damarlarının da önünü kesti.
O karar, görünürde bir eğitim düzenlemesiydi, ama gerçekte bir "gelecek nesillerin" katliamıydı.
Sonrasında neler mi oldu! Atölyelerde çekiç sesleri sustu, tornalar pas tuttu, ocaklarda çıralar sönmeye başladı.
O gün alınan kararlarla, bu ülkenin eliyle üreten, alın teriyle yaşayan evlatlarının idealleri ve istikballeri kapatılmaya çalışıldı.
İmam hatiplerin tabelalarıyla birlikte meslek liselerinin tabelaları da beraberce soldu.
Bir milletin "ustalık onuru", ideolojik hesaplara kurban edildi.
Sonuçta, bir yanda masa başında dosyalara imza atmaya hevesli diplomalı işsizler çoğalırken, öte yanda çıraksız kalan ustalar sessizce kepenk indirdi.
"Okusun da kurtulsun" diye gönderilen çocuklar üretimden koptu; "elleri kirlenmesin" denilen gençler, hayatın gerçeklerinden uzaklaştı.
Bu topraklarda alın teriyle yoğrulmuş zanaat kültürü, bir kalemde silindi, atıldı.
Bir ülkenin beyniyle eli, kalemiyle anahtarı, diplomasıyla ustalığı birbirinden koparıldı.
Ve şimdi o yılların vebali, fırınında usta bulamayan esnafın, sanayide kaynakçı arayan fabrikanın, terzi dükkanında makineyi çalıştıracak çırak bekleyen ustanın sırtında devasa bir taş gibi duruyor.
O dönemin ideolojik hırslarıyla alınan kararların bedelini bugün toplumun her kesimi ödüyor:
Boş kalan tezgahlar, kapanan küçük işletmeler, işsizlikle boğuşan gençler, üretim kabiliyetini kaybeden bir ekonomi...
Bunların hepsi 28 Şubat'ın gecikmiş yankısıdır.
Bu vebalin ağırlığı, sadece bir dönemin siyasetçilerine değil, susup seyreden herkese aittir.
Çünkü o yıllardaki sessizlik, işlenen suça ortaklıktır.
İmam hatiplerin önünü kesmek uğruna, ülkenin geleceği kesildi.
El emeğiyle yoğrulan bir milletin üretim onuru, ideolojik hırsların altında ezildi.
Bugün bu ülkenin sokaklarında yankılanan "usta bulunamadı" feryadı, aslında adaletsiz bir dönemin çığlığı, o dönemin bugüne ekosu, yankısıdır.
Elbette ki o günkü toplumsal algı değişti; ancak eğitimde yapılan o değişimin faturası şimdi kapımıza dayandı. Buna senkron bir şekilde artık talepler de değişti.
Eskiden bir baba oğlunu "eti senin kemiği benim" diyerek bir iş, bir sanat, bir zanaat öğrenmek amacıyla ustasına çırak olarak teslim ederdi.
Bugün aynı baba, "aman oğlum elin yağ olmasın, masa başı iş bul" diye tavsiye eder oldu.
TÜİK verilerine göre sanayi, inşaat ve hizmet sektöründe nitelikli ara eleman açığı 1,2 milyonu geçmiş durumda.
Her geçen gün kapanan işletmelerin bir çoğu ekonomik krizden değil, eleman bulamamaktan kapanıyor.
Bir milletin eli iş tutmazsa, o milletin geleceği tutunacak dal bulamaz.
Uzun süredir inşaatlarda, fırınlarda, atölyelerde, tarımda, oto sanayide çalışan göçmenlerin dönüşüyle birlikte, boşalan alanlar doldurulamaz hale geldi.
Bir dönem "işimizi elimizden aldı" diyen toplum, şimdi ucuz işçi olarak kullandıkları "Suriyeliler gidince işler yarım kaldı" diyor.
Bu da bize acı bir gerçeği gösteriyor: Kendi üretim gücümüzü başkalarının emeğine teslim etmemeli, kendi iş gücümüzü kendimiz oluşturmalıyız.
Ne Yapmalı
Bir ülke ancak ve ancak, elinde hem çekiç hem kitap tutan, hem bilgili hem becerikli gençlerle kalkınabilir.
Bu yüzden meslek liseleri sadece "alternatif okul" değil, geleceğin üretim üsleri olmalıdır.
Almanya'nın "dual system" modeli bu konuda örnek alınabilir:
Öğrenciler haftanın 3 günü okulda, 2 günü işletmede eğitim alıyorlar ve mezun olduklarında hem meslek sahibi hem diploma sahibi çalışan oluyorlar.
Bu sistem sayesinde Almanya'da işsizlik oranı %3 civarında.
Her yıl 1,3 milyon genç üretim zincirine bu yolla dahil oluyor.
Japonya'da teknik liseler ülkenin teknoloji devrimini sırtlıyor; Güney Kore'de "Mesleki Mükemmeliyet Merkezleri" sanayiyle iç içe çalışıyor.
Onlar "okul" demiyor, "geleceğin fabrikası" diyor.
Türkiye'de de artık bu anlayışa geçilmelidir.
Meslek liseleri burs, staj ve istihdam garantisiyle cazip hale getirilmelidir.
Organize sanayi bölgeleri, esnaf odaları, yerel yönetimler bu sürecin aktif birer ortağı olmalıdır.
Her genç, okul sırasından mezun olurken elindeki diploması kadar, bir beceri belgesi de taşımalıdır.

4