Hiç düşündünüz mü Bazen insanın ömründe yalnızca bir kez tanık olacağı bir an vardır ve o an, bütün çabaların, bütün emeklerin, bütün duaların karşılık bulduğu andır. İşte ben o anı geçen hafta Buhara'da yaşadım. Altı yıl önce toprağa emanet ettiğimiz bir fidanın, bugün birer hekim olarak meyvelerinin karşımızda durduğunu görmek... Bir rektör için, bir hekim için, bir insan için bundan daha büyük bir onur olabilir mi
Bu yazının tek bir merkezi var: Sağlık Bilimleri Üniversitesi (SBÜ)'nin yurt dışında kurduğu ilk tıp fakültesinin - Buhara İbn-i Sina Tıp Fakültesi'nin - Türkiye'nin yükseköğretim tarihinde açtığı yeni bir kapı.
Tüm anlatacaklarım, işte bu kapının nasıl aralandığına ve bugün nasıl bir bilim köprüsüne dönüştüğüne dair tarihe not düşmek adınadır.
Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın 2015 yılında SBÜ'yü kurma görevini şahsıma tevdi ettiği gün, bunun sadece alelade bir kurum kurmaktan ibaret olmayacağını biliyordum. Bu, Türkiye'nin sağlık eğitiminde yeni bir sayfa açılmasıydı.
Sekiz yıl boyunca beraber çalıştığımız yol arkadaşlarımla her başarımızda, alın terimizin, gayretimizin ve milletimize olan sadakatimizin olduğu bir hikaye yazdık. SBÜ bugün dünyada 302. sıraya yükselerek ilk 300'e yaklaşan tek Türk üniversitesi olduysa, bu hikaye artık sadece bizim değil, Türkiye'nin ortak gururudur.
Ama içlerinde bir tanesi var ki...
Benim için diğerlerinden ayrılır.
O da Buhara İbn-i Sina Tıp Fakültesi'nin kuruluşu.
Bugün herkes bu fakültenin başarısından söz ediyor. TBMM Başkanımız Sayın Prof. Dr. Numan Kurtulmuş'un, YÖK Başkanımız Sayın Prof. Dr. Erol Özvar'ın da katıldığı törende ilk hekim mezunları diplomalarını aldılar. Dahası, bu gençler aynı anda hem SBÜ diplomasına hem de Özbekistan Devleti'nin verdiği diplomaya sahip oldular.
Bir fidan işte böyle, iki ayrı ülkenin toprağında aynı anda çiçek açtı.
Oysa altı yıl önce bazıları, "Türkiye'de tıp kazanamayanlar buraya yerleştirilecek, sonra yatay geçişle Türkiye'ye dönecek, hülle yapılıyor." diyerek bu girişimi karalamaya çalışıyordu.
Bugün aynı çevrelerin sessizliğinin nedeni belli:
Buhara'daki tıp fakültesine Türk vatandaşları kesinlikle alınmıyor.
Sistem, ülkemizdeki gençlerimizin haksız rekabete uğramasını engelleyecek şekilde tasarlandı.
Bu fakülte sadece ve sadece Özbek gençlerine ve diğer Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinin evlatlarına kapı açarken, Türkiye'de tıp kazanamayanların arkadan dolaşarak sisteme girmesini önleyen örnek bir model oluşturdu.
Yani birilerinin masa başında ürettiği vehimler bir kez daha çöktü ve hakikat kazandı.
Fakültenin kuruluş hikayesinde ise kaderin ince bir dokunuşu vardır. Onu da bir anekdot olarak anlatmam gerekir:
2018 yılında, İstanbul'da hekimlere yönelik nispeten kısa süreli bir sertifika programına katılan Özbek meslektaşlarımızın belgelerini takdim töreninde, dönemin Buhara Devlet Tıbbiyat Enstitüsü Rektörü Amrillo (Emrullah) Şadiyeviç İnoyatov ısrarla bir tıp fakültesi açmamızı talep ediyordu.
Biz ise tıp fakültesi açmanın meslek yüksekokullarından çok daha zor olduğunu, ciddi bir akademik omurga gerektirdiğini biliyorduk. Bu nedenle biraz temkinliydik. Çünkü o zamana kadar yurtdışında bir tıp fakültesi açmadığımız için konuya dair tecrübemiz yoktu.
Derken bir gün, onun dedesinin kardeşi olan Osman Kocaoğlu'nun, 1921'de kurulan kısa ömürlü Buhara İslam Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanı olduğunu ve Üsküdar'daki Özbekler Tekkesi'nin haziresinde medfun bulunduğunu öğrendim.
Kendisine mezarın yerini bilip bilmediğini sorduğumda,
"İstanbul'da ama yerini tam bilmiyorum." dedi.
Sürpriz yapmak niyetinde olduğumdan mezarın yerini bildiğimi söylemedim.
Sertifika töreninden sonra birlikte yola çıktık.
Özbekler Tekkesi'ne vardığımızda, tarihin nefesi sanki üzerimize üflüyordu.
Bahçedeki sessizliğin içinde mezar taşını gösterdiğimde Emrullah Bey'in yüzündeki duygu selini bugün gibi hatırlıyorum.
Bir insanın köklerine dokunduğunuzda nasıl sarsıldığını, tarihle bugünün nasıl birbirine değdiğini o an bir kez daha anladım.
Belki de o gün, sadece bir mezar değil, iki ülkeyi birbirine bağlayan bir hat örülmüştü.
Ve o hat, bizi tıp fakültesine götüren iradenin gerçek başlangıcıydı.
Protokoller yapıldı.
Dönemin YÖK Başkanı Prof. Dr. Yekta Saraç'ın uygun görüşleri ve elbette Sayın Cumhurbaşkanımızın tensipleriyle süreç hızla ilerledi.
Ve bugün geldiğimiz noktada:

5