"Bunu hiç unutma evlat. Batı hiçbir zaman medeni olmamıştır. Bugünkü refahı ise döktüğü kan, akıttığı gözyaşı ve çektirdiği acılar üzerine kuruludur."
Aliya İzzetbegoviç'in bu sözü, bir öfke patlaması değil; asırların birikimiyle yoğrulmuş bir vicdan muhasebesidir. Fakat bugün, o cümleyi yeniden düşünmemiz için yeni bir sebep daha var.
İtalyan savcılar, Bosna Savaşı sırasında düzenlendiğine dair güçlü kanıtlar bulunan "ölüm turları"nı soruşturmaya başladı.
Düşünün...
Parası olan bazı "Avrupalılar", 1990'ların ortasında Saraybosna kuşatma altındayken "eğlence" amacıyla şehre götürülüyor. Ellerine dürbünlü tüfekler veriliyor. Karşılarına açlıkla savaşan, korkuyla yaşayan siviller hedef olarak konuyor: kadınlar, çocuklar, yaşlılar...
İddiaya göre bir kurşunun bedeli yüz mark, bir insan hayatının değeri ise sıfırdı.
Aslında bu ilk kez konuşulmuyor. "Sarajevo Safari" belgeseli yıllar önce bu vahşeti dünyaya hatırlatmıştı. Ama Batı kamuoyu o gün de duymazdan geldi. Şimdi İtalyan savcılar, o "zevk için öldüren" canavarların izini sürüyor. Tanıklara göre aralarında iş insanları, politikacılar ve asker kökenli isimler var. Yeter ki parasını ödesin; "insan avı"na çıkmak mümkünmüş.
Bu, yalnızca Bosna'nın değil, insanlığın çöküş hikayesidir.
Ve Mozart'ın topraklarında, "insan hakları bildirgesi"nin imzalandığı salonların gölgesinde yaşanmış olması, trajediyi daha da ağırlaştırıyor.
Batı, yüzyıllardır kendini "insanlığın vicdanı" diye takdim etti.
Ama o vicdan, Saraybosna'nın dağlarına; Mostar'ın bombalarla yıkılan kemerlerine; Srebrenitsa'nın toplu mezarlarına hiç uğramadı.
Bugün ortaya saçılan bu vahşet, Batı'nın kendi aynasında gördüğü çirkinliğin yeni bir yansımasıdır.
"Medeniyet" dedikleri şey çoğu zaman parfüm kokulu bir maskeden ibarettir:
Altta kan, üstte cilalı bir retorik.
Konferans salonlarında ahlaktan bahsederler ama elleri petrol, silah ve kanla kirlenmiştir.
Yıllarını insanı yaşatmaya adamış bir hekim olarak "zevk için öldürmek" ifadesi bana insanlık tarihinin en tiksindirici fiili olarak görünür. Üstelik bu, Batı'nın gerçek yüzünü en net gösteren ifadedir. Çünkü o zihniyet yüzyıllardır aynı dürtüyle hareket eder:
Kendi dışındakini nesneleştirir, acısını metalaştırır, ölümünü normalleştirir.
Afrika'da fildişi için insanları köleleştiren de aynı zihindir;
Orta Doğu'da "demokrasi götürme" bahanesiyle şehirleri yakan da.
Bosna'da ise bu zihniyet, "savaş turizmi" adı altında bir başka maske takmıştır.
Saraybosna'da dört yıl süren kuşatma boyunca 11 binden fazla insan hayatını kaybetti; bunların 1600'ü çocuktu.
Ve şimdi, o çocuklardan bazılarının bir "turistin dürbününden" vurulmuş olma ihtimali konuşuluyor.
Bu, yalnızca bir suç değil; insanlığın utanç defterine kazınmış bir lanettir.
Mesele birkaç sadistin suçu değil.
Asıl mesele, bu çürümeye göz yuman ve bunu "tarihin istisnası" sayan zihniyetin ta kendisidir. Çünkü Batı, kendi içindeki barbarlığı hep "medeniyet mücadelesi" adıyla aklamıştır.
Gerçek ise şudur:
Batı hiçbir zaman medeni olmamıştır.
Sadece barbarlığını daha sofistike yöntemlerle sunmuş, niyetini daha parlak bir paketle gizlemiştir.
Rahmetli Aliya, savaşın ortasında bile umudu insanlıkta aramıştı ama Batı'nın ikiyüzlülüğünü asla affetmedi. Çünkü o, merhametin nasıl seçici bir vitrine dönüştürüldüğünü gördü.
Bosna yanarken Avrupa Birliği toplantı üstüne toplantı yaptı, bildirgeler yayımladı; ama tek bir şey yapmadı:
Kanı durdurmak için en ufak bir çaba göstermedi.
Aliya'nın şu sözü hala en güçlü meydan okumadır:
"Onlar bizi öldürebilirler ama yenemezler; çünkü biz insan kalmayı başaracağız."
Evet... İnsan kalmak bazen savaşmaktan daha zor iştir.
Hele ki "medeniyet" dediğin şey bir vicdandan çok vitrinden ibaretse.

2