Tarih: 6 Ağustos 1945. Saat: 08.15. Yer: Hiroşima. Amerikan uçağı "Enola Gay", tarihin ilk atom bombasını bıraktığında şehirde 350 binden fazla insan yaşıyordu. İlk anda yaklaşık 80 bin insan hayatını kaybetti. Yıl sonuna kadar bu sayı 140 bine ulaştı. Ölenlerin en az üçte biri çocuktu.
Sadece o sabah, okul temizliği için sokaklara çıkan yaklaşık 8.000 çocuk, bir anda yok oldu.
Üç gün sonra, 9 Ağustos 1945'te Nagasaki'ye atılan ikinci bomba yaklaşık 70 bin can daha aldı. Bu kez de 10.000 ila 15.000 çocuk hayattan koparıldı.
Tarih, bu katliamları "savaşın bitmesini sağlayan zorunlu kararlar" diye anlattı. Oysa gerçek bambaşkaydı:
Savaş bitmeden önce çocukluk bitti.
O günden bu yana savaşların en ağır faturasını hep çocuklar ödedi.
Sadece ölümleriyle değil; öksüzlükle, açlıkla, travmayla ve insanlığın çürümüş vicdanıyla...
1994 Ruanda Soykırımı'nda yalnızca 100 günde 800 binden fazla insan öldürüldü. En az 300.000'i çocuktu.
Suriye İç Savaşı'nda 30 binden fazla çocuk...
Yemen'de açlık ve bombalarla 13 binden fazla çocuk...
Ve şimdi: Gazze.
7 Ekim 2023'ten bu yana, İsrail'in saldırılarında en az 20.000 çocuk hayatını kaybetti.
Bu sayı, Hiroşima ve Nagasaki'de atom bombalarıyla ölen çocukların toplamına denk.
Gazze'ye atılan bombaların toplam ağırlığı 125 bin tonu geçti. Bu, Hiroşima bombasının on katı.
Fark ne mi
Bu kez ölüm, canlı yayında geldi. Sosyal medya çağında, herkesin gözleri önünde.
Ve dünya sustu.
Batı Medeniyeti(!), vahşette kendisiyle yarışıyor.
Gazze'de olanlar bir savaş değil sevgili okurlarım. Bu, bir "güvenlik meselesi" hiç değil.
İsrail'in saldırıları, doğrudan bir neslin yok edilmesi operasyonudur.
Nesil kırımı sadece bedenlerin öldürülmesi değildir.
Bir toplumun hafızası, dili, kültürü, aidiyeti ve umudu hedef alınmaktadır.
Gazze'de çocuklar yalnızca bombalarla değil; sistematik açlıkla, ilaçsızlıkla, susuzlukla, çaresizlikle öldürülüyor.
Ölen sadece bedenler değil; şarkılar, düşler, hayaller de toprağa gömülüyor.
Bir çocuğun ölümüyle bir anne de ölür.
Bir okul yıkıldığında sadece duvarlar değil; geleceğe çıkan yollar çöker.
Bu, planlı, sistematik, çok katmanlı bir silinme girişimidir.
Bu, bir halkın topyekûn yok edilişidir.
Gazze'nin üzerine ölüm yağarken, uluslararası kurumlar - BM, UNICEF, AB - sadece "endişeliyiz" diyerek gözlerini kaçırıyor.
ABD, "barış istiyoruz" görüntüsüyle katliamın ortağı olmayı sürdürüyor.
Batı'da bir çocuğun burnu kanasa, medya ayağa kalkıyor.
Ama Gazze'de bir annenin kucağında başı parçalanmış çocuk sessizce yatarken, dünya sessiz.
O çocuk, raporlarda "yanlışlıkla ölen sivil" olarak geçiyor.
Oysa onun adı vardı. Bir kahkahası, bir defteri, bir düşü vardı.
Batı'nın vicdanı sadece kendi çocuklarına çalışır.
Ölen bir Filistinli ise sadece bir rakamdır.
İnsanlık, rakamların arkasında çürümüş bir vicdan bırakıyor.
Savaş suçları literatürüne göre, çocukların kasıtlı hedef alınması soykırım suçudur.
Ama uluslararası hukuk, sadece güçlünün yanında yer alır.
Gazze'de adalet yok çünkü orada güç yok.
Ve bu çarpık dünyada, haklı değil güçlü olan kazanıyor.
Bu karanlık tabloda, sadece Türkiye dimdik ayakta durmaktadır.
Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın "İsrail bir terör devletidir" çıkışı, yalnızca siyasi bir duruş değil; medeniyetimizin vicdani iradesidir.
Türkiye, Filistin konusunda günü kurtaran açıklamaların değil; ilkesel ve uzun soluklu bir mücadelenin temsilcisidir.