Yeni dönemde Türkiye-ABD ilişkileri

Donald Trump'ın kabinesinde yer alacak isimleri açıklamaya başlamasıyla birlikte, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de de söz konusu isimlerin ABD'nin politikalarını nasıl etkileyeceği tartışılmaya başlandı. Dış politikanın oluşturulup yürütülmesinde Başkan'a en önemli katkıları yapacak olan Dışişleri ve Savunma Bakanları ile Ulusal Güvenlik Danışmanı, CIA Direktörü, BM Daimî Temsilcisi ve İstihbarat Topluluğu Başkanı gibi kişilerin öz geçmişleri ve daha önceki dönemlerde yaptıkları çeşitli açıklamalar dikkate alınarak bunların Türkiye'ye ne ölçüde "dost" oldukları hakkında yorumlar yapıldı. İsimler üzerinden Türkiye'de yapılan değerlendirmelerin ortak noktası, Trump'ın dış politikayla ilgili alanlarda görevlendirdiği isimlerin hiçbirinin Türkiye'ye yakın olmadığı hatta bazı isimlerin geçmişte Türkiye'ye açıktan cephe aldıkları şeklindeydi.

Gerçekten de ABD'de 20 Ocak'ta görevi devralacak yeni kadroda Türkiye'ye en yakın isim bizzat Başkan Trump gibi gözüküyor. Onun da bir önceki başkanlığı döneminde Türk ekonomisini, savunma sanayiini ve terörle mücadeleyi zora sokan bazı davranışlarda bulunduğunu unutmayalım.

Peki, isimler üzerinden gidilerek ikili ilişkilerin geleceğine dair yapılan tahminler isabetli olur mu Bu soruya tatminkâr bir cevap verebilmek için ABD'de dış politika karar alma mekanizmasını hatırlamamız gerekiyor.

ABD'de yürütmenin başı olan Başkan, dış politikada nihai karar alıcı gibi gözükse de anayasayla tanımlanmış görev ve yetkileri çerçevesinde Kongre'nin her iki kanadı da Başkan'ın dış politikadaki adımlarını "denetler ve dengeler." Kongre onayı olmadan Başkan uluslararası bir antlaşmayı yürürlüğe sokamaz, savaş ilan edemez, savunma bütçesini istediği gibi belirleyemez, hatta bir ülkeye büyükelçi dahi tayin edemez. Senato ve Temsilciler Meclisi'ndeki çoğunluk Başkan ile aynı partiden ise işler daha kolay yürür gibi gözükse de ABD'de Kongresi'nin kendine has dinamikleri sebebiyle kimi zaman böyle bir durumda bile Başkan rahat hareket edemeyebilir. Kongre üyelerinin, kendilerini oturdukları koltuklara "taşıyan" seçmenlere ve daha da önemlisi kendilerinin seçim süreçlerini finanse eden baskı ve çıkar gruplarıyla lobilere olan minnet borcu, Başkan'a olan sadakatlerinin ekseriyetle önüne geçer.

Benzer durum bakanlar ve üst seviye bürokratlar için de geçerlidir. Başkan tarafından bu mevkilere oturtulanların her biri Başkan'ın politikalarının yürütülmesinde sergileyecekleri performans kadar, hangi baskı ve çıkar grubuyla ilişkide oldukları açısından da ele alınmalıdır. Neocon ideolojiye mensup, geçmişte silah ya da enerji firmalarıyla yakın çalışmış, etnik-dini lobilerle yol yürümüş bazı isimlerin Türkiye'nin hassas olduğu birçok konuda kolaylaştırıcı rol oynayacaklarını söylemek zor.

Barack Obama'nın ikinci başkanlık döneminden başlayarak irtifa kaybeden Türk-Amerikan ilişkilerinde anlaşmazlık alanları günümüzde iş birliği alanlarından çok daha fazla hâle gelmiştir. Ana başlıklar hâlinde sıralarsak aşağıdaki gibi bir manzara görürüz:

A-Ciddi anlaşmazlık konuları:1-PKK-YPG-PYD'ye ABD'nin verdiği destek. CENTCOM operasyonları. 2- FETÖ'yle mücadele. 3-Türkiye'nin F-35 projesinden çıkarılması. 4-CAATSA yaptırımları. 5-İsrail'in hukuk dışı eylemleri. 6-Kıbrıs meselesi. 7- Doğu Akdeniz'deki yetki alanları. 8- S-400 hava savunma sistemi. 9- Türk bankaları hakkındaki davalar ve tutumlar.