2026 yaklaşırken ABD'nin Karadeniz'e çıkış emeli

"Bâb-ı âli nezdindeki ABD elçisine, Çanakkale ve İstanbul Boğazlarından geçiş üzerindeki sınırlandırmaların kaldırılması ve Boğazlarda her sınıftan geminin seyrüseferine izin verilmesi için Sultan'ın hükûmetine baskı yapması talimatının ABD Başkanı tarafından verilmesi kararlaştırılmıştır."

Yukarıdaki satırlar ABD Temsilciler Meclisi'nin 6 Temmuz 1868'de aldığı bir karar metninden alıntı. Temsilciler Meclisi'nin bu talebinden sonra 1868 yazında ABD'nin Avrupa Filosu komutanı David Farragut, Frolic adlı bir savaş gemisiyle Çanakkale Boğazı'ndan geçerek İstanbul'a geldi. Rusya ve İngiltere buna ses çıkarmadılar. Ama hemen ardından Avrupa Filosu'nun sancak gemisi Franklin'in de Çanakkale Boğazı'ndan geçmek istemesi büyük bir kriz doğurdu. Zira o tarihte Boğazların statüsünü düzenleyen Paris Antlaşması, savaş gemilerinin boyutlarına sınırlama getirmişti. Franklin, belirlenen sınırların üzerinde bir büyüklüğe sahipti. Rusya ve İngiltere büyükelçilerinin itirazlarına rağmen, ABD'nin İstanbul Büyükelçisi Edward Joy Morris'in ısrarlı talepleri üzerine Sultan Abdülaziz Paris Antlaşması'nın ilgili maddesini Franklin'in geçişi için bir süreliğine askıya aldı.

Bu jestin arkasında Osmanlı Devleti'nin ABD'den silah almasına engel çıkarılmaması arzusu yatıyordu. Nitekim 1867'de Washington'daki ilk Osmanlı Elçisi olarak görevine başlayan Edward Blacque Bey'e Bâb-ı âli tarafından verilen talimatta, İngiltere ve Fransa'dan satın alınamayan silahların yerini doldurmak üzere ABD'den mümkün olan en yüksek miktarda silah alınmasının temin edilmesi talebi vardı. Franklin savaş gemisinin Çanakkale Boğazı'ndan geçerek İstanbul'a gelmesine -istisnai olarak- izin verilmesinin ardından, 1869'da Osmanlı Devleti ABD'den en kapsamlı silah alımını gerçekleştirdi. 239 bin adet Springfield ve Enfield marka piyade tüfeği o zamanın parasıyla 1 milyon 331 bin dolar karşılığında satın alındı.

Rusya ve İngiltere, Karadeniz'e sahildar olmayan ABD'nin kendilerinin bölgedeki çıkarlarını tehdit edecek şekilde hareket etmesinden büyük rahatsızlık duymuşlardı. Franklin'in ziyaretinin ardından Osmanlı Devleti'ne baskılarını artıran bu iki devlet ABD savaş gemilerine bir daha Boğazlardan geçiş izni verilmemesini kesin bir dille istediler. Bunun üzerine 28 Eylül 1868'de tüm Osmanlı elçiliklerine bir talimat yollayan Hariciye Nazırı Safvet Paşa, bundan böyle "bir hükümdar ya da devlet başkanı taşıyanlar hariç limit dışı hiçbir savaş gemisine Boğazlardan geçiş izni verilmeyeceğini" bildirdi.

Osmanlı Devleti'nin bu kararı ABD'nin tepkisine sebep oldu. İstanbul Elçisi Morris, ABD Dışişleri Bakanlığı'na yolladığı bir yazıda şöyle diyordu:

"Paris düzenlemesi 800 tondan ağır ve 45 metreden uzun savaş gemilerinin Boğazlardan geçişine izin vermiyor. Her ne kadar bu düzenlemeye taraf değilsek ve Boğazlara ilişkin söz söylememiz Avrupa'nın büyük devletleri tarafından hakkımız olarak görülmüyorsa da ABD dünyanın bu önemli bölgesinde kendisini söz sahibi yapacak adımları tek başına atmalıdır. Boğazlardan geçiş ve Karadeniz'e serbest çıkış için ABD'nin başlatacağı bir hareketin daha sonra diğer devletler tarafından da takip edilmesi ve desteklenmesi ümit edilebilir. Boğazlardan geçiş için Osmanlı Devleti'nden izin alınması uygulaması eskimiştir ve artık değiştirilmesinin zamanı gelmiştir."

1871'deki Londra Boğazlar Sözleşmesi de barış zamanı Boğazlardan geçişi Osmanlı Devleti'nin iznine bırakmıştı. Düzenlemeden sonra İstanbul'daki ABD Elçisine bir talimat yollayan Dışişleri Bakanı Hamilton Fish şunları söylemekteydi:

"Hükûmetimiz Boğazlar üzerindeki Türk denetimini rahatsız edecek bir probleme yol açmak niyetinde değildir. Fakat Başkan bu uygulamanın devletler hukukundan doğan bir hak olarak tanınmasından kaçınılmasını önemli görmektedir. Osmanlı Devleti'nin Karadeniz'deki durumuyla Danimarka'nın Baltık'taki durumu arasındaki tek fark Osmanlı'nın Boğazların iki yakasına da hâkim olmasıdır. Baltık'a açılan boğazın kıyıları ise İsveç ve Danimarka'nın elindedir. Bugüne kadar Baltık'a giriş-çıkışlar engellenmemiştir. Osmanlı Devleti'nin ise böyle bir hakka sahip olması adil görülmemektedir. Bunu akılda tutarak mevcut düzenlemeyi sadece bir uygulama olarak görmekten öteye bir adım atmayın."