Çok değerli bir dost bana dedi ki: "Pınar, sanatla ilgileniyorsun, neden Şuşa'da sergi açmayı düşünmedin" Bu soru vesilesiyle biraz araştırmak istedim. Sonrasında zaten kalbimde özel yeri olan bu şehre hayranlığım zirveye ulaştı.
Bazı şehirlerin ruhunda zerafet vardır. İnsanların duasını taşır. İşte Azerbaycan'ın Şuşa şehri de Azerbaycan ve Türkiye için böyle derin bir anlam barındırıyor.
Karabağ'ın kalbinde, dağların zirvesine kurulmuş. Mimarisiyle, şiiriyle, müziğiyle diğer yerlerden hayli farklı. İmtihanını alnının akıyla vermiş ve hala vermekte.
Tarih boyunca yalnızca Azerbaycan'ın değil, tüm Türk-İslam dünyasının sanat ve kültür beşiği olmuş. Çalınan kemanlar kederi, zaferi, vuslatı anlatmış. Yazılan şiirler halkın diline, gönlüne, en çok da cefasına karışmış.
Fuzûlî'nin harfleriyle, Natavan'ın gözyaşlarıyla, Üzeyir Hacıbeyov'un notalarıyla yoğrulmuş. Şuşa, bu isimlerle vatan olmuş, masmanevi bir topraktır. Sokaklarında şiirler, taşlarında hatıralar gezinmiştir.
Şuşa'nın işgalini, ruhun yaralanması olarak yorumluyorum. Bam teli... Tarihin, "halkların gönlündeki şehirler işgal edilemez" gerçeğini yazmasına sebep olmuş. Şuşa'nın müziği susturulamamış.
2020 yılında Karabağ Zaferi'yle hürriyetle buluşan Şuşa, tam da hak ettiği şekilde Azerbaycan'ın baş tacı, Türk dünyasının gurur abidesi oldu. Orada sergi açabilmeyi çok isterdim. "Maneviyatımız çakıştı, kaderimiz öpüştü." derdim.
Bugün Şuşa'ya baktığımızda yapıların yeniden inşa edildiğini görüyoruz. Dirilişi simgeleyen bir manevî kalkınmayı yürekten hissediyoruz. Taşlarına hayat üflenirken, sokaklar tarihine kavuşuyor. Geçmişin evi, geleceğin devi olmak istiyor. Nasip olursa, genç nesiller tarihiyle beraber onurunun kapasitesini de öğrenecek.