Vicdan ve saygı, bütün duygular arasında başı çekenlerden. Bahsettiğim saygı şu yeni moda olan 'Alanıma girme!' cümlesinin eşanlamlısı değil. O, biraz bencillik ve narsizm içeriyor. Benim kastettiğim, kendine gösterilmesini istediğin saygıyı başkalarına gösterebilmek. 'Dar hatta kapasitesiz alanını, diğer insanlardan korumaya çalışmak.' Bu garip bir ruhsal hastalık.
Hiçbir şeye sahip olmayanların bir alan belirleyip onun içine birini sokmaması, yokluğun acısı ve kibri olsa gerek. Orası benim yerim. Burası benim evim. Benim arabam. Benim çocuğum. Benim odam. Benim bardağım. Benim alanım. Bundan kurtulunmaz. Bu yapı kişiye, sahip olmadığı evden sahibini kovdurur.
Alanı olmayanlar, bedeninin, ruhunun, maddiyatının evrene, yüce yaratana ait olduğunu bilenlerdir. Malının, mülkünün, eşinin, çocuğunun, hatta imanının, Allah vergisi olduğuna inananlardır. Ki bunu bilenler, hiçbir maddeyi ve maneviyatı sahiplenmeye cesaret edemezler, kendilerine alan belirleyemezler.
İnsan seçen insanlar günden güne artıyor. Bu insanlar aşırı özgüvene sahip gibi davranıyorlar. Astığı astık, kestiği kestik oluyorlar. "Ey seçici! Neyi seçiyorsun Karpuz muyuz biz"
Steril kelimesinin 's' sine sahip olmayan bir tanıdığım, beni, ellerimle yemek yediğim ve kırmızı ışıkta beklerken serçe parmağımla burnumu kurcaladığım için iğrenç bulduğuna dair uyardı. "Ben yazarım! Beynimdeki kelimeleri parmağımla çıkarmaya çalışıyorum." diyemedim.
Gariptir ki o uyarısından sonra, bugüne kadar hiç rahatsız olmadığım hâlleri bir bir aklıma geldi. Ve buradan yazılması uygun olmayan irite olduğum bir sürü defosunun farkına vardım.