Güvenin bittiği yer: Sahte diplomalar

Her toplum, tarih boyunca yükselişlerle ve sarsıntılarla yol alır. Kimi zaman bu sarsıntılar büyük savaşlarla, ekonomik krizlerle ya da siyasal çalkantılarla görünür hale gelir. Kimi zamansa, çok daha sessiz ve derinden ilerler. Kimsenin fark etmediği küçük çatlaklar gibi gündelik hayatın içine sızar. İşte bu sessiz ama etkili dönüşüm, sosyolojinin diliyle "sosyal bozulma" olarak adlandırılır.

Sosyal bozulma, yalnızca hukukun ya da düzenin yara alması değildir. Daha derin, daha insani bir meseledir. Komşunun derdine kulak vermemeyi, haksızlığa karşı sessiz kalmayı, başkasının acısına kayıtsızlaşmayı ifade eder. Zamanla empati kalkar, güven azalır, dayanışma ise hatıralarda kalan bir kelimeye dönüşür.

Fransız sosyolog Emile Durkheim, bireyin toplumla bağının koptuğu bu anı "anomi" kavramıyla tanımlamıştı. Yani kelime anlamıyla kural yokluğu ya da kuralsızlık. Ona göre, değerlerin belirsizleştiği, ortak kuralların yitirildiği bir yerde, birey yalnızlaşır ve toplumun ruhu da çözülmeye başlar.

Aslında bu endişe insanlık tarihinin bitmek bilmeyen döngüsüdür. Platon, adaletin zayıfladığı ve yoksulluğun derinleştiği bir toplumun, en sağlam temeller üzerine kurulmuş olsa bile bir gün çatırdayacağını söylemişti. Yüzyıllar sonra Nietzsche, modern insanın ahlaki değerlerden uzaklaştıkça bir tür çürüme yaşadığını dile getirdi. Karl Marx ise toplumsal dengesizliklerin, özellikle de ekonomik eşitsizliklerin, toplumları görünmez bir yarılmaya sürüklediğini savundu. Yani bozulma, en çok da görünmeyen ayrıntılarda, günlük hayatın en sıradan anlarında kendini belli ediyordu.

★★★

Türkiye'nin son on yılına baktığımızda, bu çatlakların giderek daha belirgin hale geldiğini görmek mümkün. Kadın cinayetleri, 2010'da 180 civarındayken 2019'da 474'e yükseldi. 2024'te 440 kadının yaşamı şiddetle son buldu. Bu sayıların her biri, istatistiklerin ötesinde, yarım kalmış hayatların sessiz çığlığıdır. Aynı dönemde boşanmalar yüzde 37 arttı, uyuşturucu bağımlılığı yüzde 678 oranında yükseldi, çocuk istismarı vakaları yüzde 434 çoğaldı. Yoksulluk, sadece ekonomik bir veri olmaktan çok hayatımızın bir parçası haline geldi. ocukların yüzde 40'ından fazlasının yoksulluk sınırının altında yaşaması, toplumsal geleceğin nasıl şekilleneceğine dair çok korkunç soruyu önümüze koyuyor.

Bütün bu rakamlar, bir ülkenin sadece ekonomisini ya da hukuki yapısını değil, kalbini de anlatıyor aslında. ünkü bir toplumun gerçek gücü, sadece yollarında ya da binalarında değil, çocuklarına verdiği güven duygusunda, kadınlarının yaşam hakkına duyduğu saygıda ve gençlerinin geleceğe olan inancında ölçülür. Gençlerin evlilikten kaçınması, kentleşmenin aile yapısını değiştirmesi, göçlerin büyük şehirleri kalabalıklaştırırken yalnızlaştırması... Bunların hepsi, görünmez bir yorgunluğun işaretleridir.

Ama bütün bu tabloya rağmen, insanın kalbinde küçük de olsa geleceğe dair umut her zaman bir yerlerde saklıdır. Sosyal bozulmayı anlatan bütün sosyologların yaptığı sadece bir teşhis değil, aynı zamanda bir tedavi çağrısıdır.