Bir zamanlar alışveriş yapmak basitti. Hazırlanan liste, cebimizdeki paradan çok evdeki ihtiyaca göreydi. Raflar sınırlıydı, seçenek azdı, karar hızlı verilirdi. "Hangisi" sorusu nadiren sorulurdu; çünkü çoğu zaman alternatif yoktu, "Var mı" demek yeterliydi. Seçim yapmak zihinsel bir yük değildi. Karar, gözün gördüğüyle sınırlıydı.
Sonra rekabet kızıştı. Süpermarketler büyüdü, raflar uzadı, ürünler ve markalar çoğaldı. Aynı ürünün onlarca çeşidiyle karşı karşıya kaldık. Aynı deterjanın "dağ esintisi", "bahar ferahlığı", "ultra beyazlatıcı" olanı... Aynı yoğurdun probiyotikli, proteinli, laktozsuz, yağsız versiyonu... Seçenek artışı, özgürlük gibi sunuldu. Oysa bu bolluk, fark ettirmeden seçenek karmaşasına dönüştü.
★★★
Pazarlama dünyası modern tüketicinin artık sadece ürün değil, deneyim satın aldığını söylüyor. Bu yüzden raf düzeni, ışık, koku, renk, müzik rastgele değildir. Göz hizasına konan ürün daha çok satar. ocuk ürünleri kasaya yakın olur. İndirim etiketi kırmızıysa beyin bunu fırsat olarak algılar. Bu bir tesadüf değildir. Buna davranışsal pazarlama deniyor.
Bugün markette özgürce dolaştığımızı sanıyoruz. Oysa yürüdüğümüz koridorlar, durduğumuz raflar, elimize aldığımız ürünler çoktan planlanmış durumda. Biz seçtiğimizi sanırken, seçimlerimiz çoktan yönlendirilmiş oluyor.
★★★
Şimdi ise yeni bir eşiğe gelmiş durumdayız. Akıllı buzdolapları, akıllı kahve makineleri, akıllı çamaşır makineleri... Bu cihazlar neyin azaldığını görüyor, hangi markayı tercih ettiğimizi kaydediyor ve otomatik sipariş verebiliyor. Hepsi "kolaylık" vaadiyle çalışıyor. Büyük konfor gerçekten.

4