Yeni bir siyaset... Ama nasıl

Türkiye, sıradan bir iktidar değişikliğinin çok ötesinde, çok daha derin bir hikâyenin içinde. Bu hikâye, adaleti, özgürlüğü, eşitliği ve en önemlisi geleceğe dair umudu yeniden yazmak zorunda olduğumuz bir hikâye. Ve bu hikâyede, artık sadece iktidarın ne yapacağı değil, muhalefetin ne yapabileceği belirleyici olacak.

Artık hepimiz çok iyi biliyoruz. AKP iktidarının nasıl hareket edeceğini öngörmek zor değil. Medyanın tekelleştirilmesi, yargının siyasallaştırılması, muhalif ses çıkaran her kesime baskı ve tehdit, kayyum atamaları, gece yarısı kararnameleri ve algı mühendisliği... Bunların hepsi artık tanıdık. Harvard'lı siyasetbilimciler Steven Levitsky ve Daniel Ziblatt'ın "Demokrasiler Nasıl Ölür" adlı kitabında tarif ettikleri modelin neredeyse tamamı bugün Türkiye'de karşımızda duruyor. The Economist dergisi de Türkiye'nin artık bir "rekabetçi otoriter rejim" sınırını aşıp açık otokrasiye yaklaştığını söylüyor.

Ve ekliyor: "Türkiye geri dönüşü olmayan bir noktaya yaklaşıyor."

Popülist politikacıların, otoriter liderlerin yükselişe geçtiği küresel iklimin Erdoğan'ın yapabileceklerinin sınırını genişlettiğinin de altını çizelim.

Bu yüzden tepkilere geri adımla karşılık verilmesi ihtimali oldukça düşük. Bu koşullarda, tepki göstermenin yeterli olmadığını anlamak zorundayız.

Ekrem İmamoğlu'nun ekibi ile birlikte önce gözaltına alınması ardından tutuklanması ile başlayan süreci CHP bir kitle hareketine dönüştürmeyi başardı.

Milyonlarca insan "dayanışma sandığı"na gitti. Kimlik bilgilerini, isimlerini yazarak açıkça bir irade beyanında bulundular. Bu, hukuki karşılığı olmayan ama tarihsel önemi büyük bir eylem. Keza öğrencilerin yürüyüşleri, boykotları, halkın sokaklara taşması...

İstanbul'daki yürüyüşlerde atılan şu slogan hafızalara kazındı: "İsyanımız, geleceksiz kalan bir gençliğin, geleceğini yeniden elde etme isyanıdır" Bu isyan sadece bir siyasi figüre yönelik değil. İşsizliğe, eğitimsizliğe, ifade özgürlüğünün kısıtlanmasına, siyasallaşan yargıya karşı bir bütün tepki. Genç kuşaklar artık bu süreci sadece "iktidarın saldırısı" olarak değil, demokrasiye karşı bir tehdit olarak da okuyor.

Ancak tarihten de biliyoruz: Bu tür tepkiler protestolar bir noktadan sonra sönümleniyor. Bütün mesele bundan sonrası. İktidarın ne yapacağı belli. Muhalefet ne yapacak Toplumsal desteği arkasına daha fazla alıp bunu sürdürülebilir kılmak için Gezi Direnişi de böyle başlamıştı. Coşkuyla umutla kolektif bir uyanışla...

Ama karşısındaki devlet aygıtı sadece kolluk kuvvetleriyle değil, yargısıyla medyasıyla tutuklamalarıyla sistematik sindirme mekanizmalarıyla geldi.

Ve bir noktadan sonra insanlar korktu, yoruldu, çekildi.

Bugün de benzer bir tehlike var.

İşte tam burada mesele dönüp dolaşıp aynı soruya geliyor: Muhalefet ne yapacak Kendi oyununu kurabilecek mi, yoksa iktidarın kurduğu sahada top çevirmeye devam mı edecek