Örgütlü kötülük, örgütlü suskunluk... Narin

Büyük Fransız düşünürü ve matematikçisi Blaise Pascal, insanı en iyi tanımlayanlardan biri: "İnsan nasıl bir kâbus: Ne kadar değişik ve yeni, ne kadar canavar, ne karmaşık, çelişki ve mucize dolu. Her şeyini bir tartın: Bir solucan ama gerçeğin de hazinesi, yanlışlık ve kuşkuların lağımı, evrenin şerefi ve pisliği."

Yüzyıllar birbirini kovalıyor ve bu gerçek değişmiyor. İyi ile kötünün sonsuz savaşı...

Savaşın terazisi ise adalet. Hukuk yayından çıktığında, hakkını aramada insanın adalete olan güveni sarsıldığında; insanlığın onurunu, adil düzeni korumak için konulan yasaların "sözde" kaldığı, uygulamada hukukun sadece gücü elinde tutana ve onun ideolojilerine hizmet ettiği ortaya çıktığında çözülme de başlar... O çözülme durdurulamadığında çürümeye gelir sıra; kurumların tek tek çürümesine, yozlaşmasına...

İşte Türkiye bugün bu çürümenin sonucu oluşan pis kokuların, lağımın içinde. Tam dibinde. Üstelik 8 yaşında bir güzel minik bir kız çocuğunun cansız bedeni üzerinden...

Güneydoğu'da küçük bir köy "örgütlü kötülüğün" somutlaşmış haline nasıl bürünebilir TBMM'de muhalefetin verdiği "Narin cinayetinin araştırılma önergesi" AKP ve MHP oyları ile neden reddedilir Küçük bir köyde kısa sürede çözülebilecek bir cinayet neden iki aya yakın bir zamandır çözülemez Bilinip de söylenmeyenler nedir Kimler niçin korunmaktadır

Narin cinayeti vakası kapsamında bir köyün topyekûn suskunluğu, bunun iktidar eliyle "sessiz kalarak" meşrulaştırılması ile bugün Türkiye'nin her noktasını saran yolsuzlukların, siyaset-mafya-iş dünyası arasındaki ilişkilerinin; yozlaşıların, talanın, su yüzüne çıksa bile örtbas edilmesi arasında hiç fark yok.

Bakalım Sinan Ateş davasına; bakalım bundan 10 yıl önce Soma'da 301 madencinin hayatını kaybettiği maden faciasında tutuklu sanıkların hepsinin tahliye edilmesine; bakalım 6 Şubat depreminin ardından yaşananlara, kimlerin ceza aldığına; bakalım kadın cinayetlerin davalarının akıbetlerine; bakalım putlaştırılan "kutsal aile" kalkanının içinde yaşananlardan içinde ortaya dökülenlere... Daha yüzlercesi, binlercesi var. Evlerde, kapalı perdelerin arkasında, yürek çarpıntısı ile bekleyen minik bedenler... Sayalım mı daha