Bir 1 Mayıs öyküsü

Hey gidi günler! Hâlâ öyle midir acaba Bir zamanlar 1 Mayıslarda askeriye ve polis teyakkuz halinde olurdu. Asker kışlada, garnizonda teyakkuz halinde beklerdi. Polis ise önleyici tutuklamalar yapar, mimlileri, eski tüfekleri karakollara götürür, 24 saatliğine güvenlik altına alırdı.

1963 yılı 1 Mayıs'ında, Bornova 57. Topçu Er Eğitim Tugayı'nda da subaylar ve astsubaylar tam tekmil alaydaydık. 27 Mayıs'ın getirdiği özgürlük ortamı içinde, bu önlemi eleştirdiğim zaman, bölük komutanı yüzbaşı, "Ne olur ne olmaz!" demişti.

Doğru! Ne olur ne olmaz, bakarsın işçi sınıfı ayaklanır, iktidarı ele geçirirdi.

Gel, o zaman, Türkiye Komünizmle Mücadele Derneği'ne hesap ver!

Sırası gelmişken Ahmet Mithat Efendi'ye özenip internetten "Türkiye Komünizmle Mücadele Derneği" hakkında bilgi aktaralım:

"Türkiye'de ilk Komünizmle Mücadele Derneği'nin kuruluş başvurusu Zonguldak'ta 1948 yılında yapılmıştı ve dernek kuruluşuna kadar (gayri resmi olarak) 1950 yılında faaliyete geçmişti ve 1953 yılına kadar çeşitli etkinlikler tertipledi. Kuruluş için ikinci girişim İstanbul'da gerçekleşti. Komünizmle Mücadele Derneği'nin ilk şubesi 7 Aralık 1956 tarihinde İstanbul'da kuruldu ve çalışmalarını 27 Mayıs 1960 sonrasında sona erdirdi. Türkiye çapında CIA destekli sol karşıtı kontrgerilla faaliyetleri etkili bir biçimde sürdüren Türkiye Komünizmle Mücadele Derneği ise 1963 yılında kuruldu. Derneğin çalışmaları, 1965 yılında genel başkanlığa Toprak Dergisi sahibi İlhan Egemen Darendelioğlu'nun geçmesi ile hızla yaygınlaştı. 1965'te 27 olan şube sayısı kısa sürede 110'a çıktı. 1965 yılından itibaren İzmir, Antalya, Adana, Erzurum, Kars ve Trabzon'da mitingler düzenledi. Fethullah Gülen bu yıllarda Erzurum'da Komünizmle Mücadele Derneği'nin kurucuları arasında idi. Derneğin önde gelen üyeleri, daha sonra İlim Yayma Cemiyeti'nin kuruluşuna da önayak olmuşlardır."

Bugün 1 Mayıs! Asker ve polis teyakkuz halinde değilse çok üzülürüm.

İktidarlar, işçi sınıfının 1 Mayıslarda ayaklanıp iktidarı ele geçireceğinden hep korkmalı! "Ayaklanma" derken yaptığım metafor, yoksa lümpenlerin sokaklara dökülüp bankaların, işyerlerinin vitrinlerini yere indirmelerinden söz etmiyorum. Benim "ayaklanma" kastım, işçi ve emekçi yığınlarının kendi sınıflarının bilincine erişmesinden ibarettir. O zaman ayaklanır, kendi ayağı üzerinde durur. İşçi sınıfı korku salıyorsa bu korkuyu yaratan "amele"nin birleşik gücüdür: Birliği, sendikası ve partisidir. Birliği, dayanışması, sendikası ve partisi olmayan işçi sınıfına "sınıf" mı denir

Yıllar önce, yönettiği programda, Dr. Osman Şadi Yenen bana ilginç bir soru sormuştu: "Tarihsel büyük sermaye ile yeni büyük sermayenin laiklik açısından konumlanışı nasıldır"

Bu ilginç soruyu özetle şöyle yanıtlamıştım:

"Tarihsel büyük sermaye yani burjuvazi dünyanın her yerinde laiktir. Türkiye'de ilk kez bir şey oluyor: Yeni büyük sermaye İslamcı ideolojinin sermayesi olarak ortaya çıkıyor. İslami sermaye işçi sınıfını yok eder. Toplumu köleleştirir. Sendikalar, grev hakkı, işçi sınıfının insan hakları ortadan kalkar. Bu haklar bakımından, tarihsel büyük sermaye cenahında da sorunlar var. Ama işçi sınıfı yasal planda bu sermaye ile mücadele edebilir."