Pozitif gündemde sahne Almanya'nın...

Türkiye-Almanya ilişkilerinde "Bağcıyı dövmek yerine üzüm yemeyi" amaçlayan bir dönem başladı.

Almanya'nın özellikle savunma sanayiinde Türkiye ile işbirliğine ihtiyacı var.

Avrupa'nın sadece SİHA değil, zırhlı araç üretiminde de sorunları var ve kısa vadede ortaya çıkan ihtiyacı karşılama gücü Türkiye'de var.

İki ülke arasındaki ticari ilişkilerin hacmi 55 milyar doları aşmış durumda. Almanya bu ilişkide 6 milyar dolar artıda olan taraf.

Türkiye'de faaliyet gösteren Alman şirketi sayısı 500'den fazla ve Almanya Başbakanı, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile buluşmadan önce Türkiye'de yatırımı olan Alman iş adamlarıyla buluştu, onları dinledi. Bir de Almanya'nın Türkiye'ye iade etmek istediği 20 bin civarında Türk vatandaşı var.

Buna karşın Türkiye'nin dosyası da net: Gümrük Birliği'nin güncellenmesi, vize serbestisi ve Türkiye'nin AB'nin SAFE programından faydalanması.

SAFE konusunda Berlin ile Ankara aynı çizgide, Atina ve Güney Lefkoşa'nın itirazları çok da önemli değil.

AB'de Berlin ve Paris'in "Evet" dediği bir konuda "Hayır" demeyi düşünenlere ya maddi kolaylıklar sağlanır ya da siyaseten sert bir politikaya dönülür.

Gümrük Birliği meselesinde Almanya, uzunca bir süredir, Türkiye'nin AB'ye tam üyelik harici özel ilişkiyle bağlı kalmasını savunuyor.

Vize serbestisi meselesi biraz daha karmaşık...

Federal Almanya'nın 1980'den bu yana Türkiye'ye uyguladığı vize politikası hukuki karşılığı olan bir politika değil.

Almanya'nın vizeyi kaldırması bir yana Schengen sistemini doğru düzgün çalıştırması bile önemli bir gelişme sayılmalı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Merz'in konuşmalarında Ekrem İmamoğlu meselesinin gündemde olmaması şaşırtıcı değil.

Bunun birkaç sebebi var:

Birinci ve en önemli sebep, Almanya'nın dünyayı okumasında Rusya'yı öncelikli tehdit olarak görüyor ve Berlin buna NATO içinde hazırlanmak istiyor.

İkinci sebep İmamoğlu'na yönelik suçlamaların yolsuzluk iddialarıyla ilgili olması. Berlin, bu konuda mümkün olduğunca temkinli adımlar atmayı tercih edecektir.

Başbakan Merz'in Alman gazetecinin İmamoğlu sorusuna verdiği yanıtı Kopenhag kriterleri ve yargı bağımsızlığıyla sınırlaması, serbest kalması çağrısı yapmaması da bunun somut bir göstergesi olarak kabul edilebilir. Başbakan Merz, o cümleyi İmamoğlu'na destek için değil, iç politikadaki eleştirileri engellemek için kurdu.

Farkına varmamız gereken nokta şu: Gelecek 10 yılda dünyada güvenlik ihtiyacı, tüm ihtiyaçların önüne geçecek; politikalar da buna göre şekillenecek.

İhtiyaçların belirleyici olduğu, ilkelerin ihtiyaçların ardından geldiği bir zaman dilimindeyiz; bu gidişatı da doğru okumak gerekir...

Cumhuriyet'e saldırana bak sen...

PKK'nın Kandil'deki elebaşlarından Cemil Bayık, "Türklerin ve Kürtlerin birliği 1923'te dağıldı" diye buyurdular.

Şaşırtıcı değil bu durum: Televizyon dizilerinin senaryolarının gerçek tarih zannedildiği bir ülkede, Cumhuriyet'e hayatı terörle geçmiş olanlar da saldırır.

Bayık, "Türklerin ve Kürtlerin birliği 1923'de dağıldı" diyor ya;

Osmanlı'ya karşı ilk Kürt isyanı 1806'da Musul'da başladı, 1920'ye kadar bugünkü Türkiye sınırlarının içindeki iller dahil 13 ayrı isyan çıkarıldı.

PKK'nın Avrupa uzantısı, son iki senedir Lozan Anlaşması'nın iptal edilmesi için uğraşıyor.

Birleşmiş Milletler'de dava açtılar; bu sene Lozan'da bu amaçla bir vakıf da kurdular.

Karın ağrıları belli, Lozan'ın çöpe attığı Sevr Anlaşması'nın 3'üncü bölümünde yer alan 62, 63 ve 64'üncü maddelerindeki Kürdistan vaadinin peşindeler.