Öcalan'ın çağrısından sonra PKK kendini feshetti ve teröre son verdi.
Bırakılan ve yakılan 30 silah, sembolik bir adımdı.
30 silah, terör örgütünün envanterinde devede kulak bile sayılmaz ama önümüzdeki haftalarda kitlesel silah bırakma başlayacak.
Başta MİT olmak üzere devletin ilgili birimleri bu konuda çalışmayı sürdürüyor ve süreç planlandığı gibi gidiyor.
Buna karşın "Önder Apo" lafını ağzından düşürmeyen ama Öcalan'ın çağrısından sonra kriminal düzenden sağladıkları euro'yu gerçek önderi olarak kabul eden Avrupa yapılanması hayal tacirliğine devam ediyor.
Bu ekibin organizatörleri içerisinde olduğu ve PKK'nın Avrupa yapılanmasıyla bağı bilinen sivil toplum örgütleri yarın Lozan'da bir yürüyüş düzenleyecekler. Saat 14.00'te, Terrase Jean Monnet'te buluşacak ve iki saatlik bir yürüyüşün ardından saat 16.00'da Port Ouchy'de miting yapacaklar. Önderi euro olanların miting çağrısında yer alan iddia "Lozan Antlaşması'nın çökmek üzere" olduğu.
Sevr'e dönmeyi hayal eden önderi euro olanlar şu anda Türkiye'ye değil Öcalan'a meydan okuyorlar.
PKK ve alt kolları, Öcalan'a meydan okumak demenin ne sonuç doğurduğunu aslında gayet iyi biliyor ama Avrupa'da iplerini tutan gizli servislere güveniyorlar. Tam da profesyonel vatansızlara yakışan bir tavır bu.
Terörsüz Türkiye hedefi tam da bu noktada önem kazanıyor işte.
Ankara, Türkiye'yi vatanı olarak görenlerle kucaklaşmak, görmeyenlerin de tasfiye edileceği bir süreci yönetiyor.
Önderi euro olanlar da süreci durdurabilmek adına sinir uçlarıyla oynamaya ve bir "Türk sorunu" çıkarmaya çalışıyorlar.
Bunların kurdukları tuzağa düşmemek, bin yılların tecrübesine sahip devlet aklına güvenmek yapabileceğimiz en doğru iş.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın kuvvetli Lozan mesajı, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin "Konu açılmamak üzere kapanmıştır" cümlesi, CHP Genel Başkanı Özel'in "Lozan ülkemizin tapu senedidir" açıklaması da bu aklın en somut göstergesi zaten.
Özgüven patlaması ve yönetimi
Koronavirüs küresel salgın ilan edildiğinde Türkiye'de bilim insanları aşı çalışmalarına başlamıştı.
O günlerin tartışmalarını hatırlıyorum, sonuna kadar özgüvensiz, "Yapması bize mi kaldı" yorumları, "şov yapıyorlar", "suya tuz katar yerli aşı diye bize yuttururlar" cümleleri hiç aklımdan çıkmadı.
Burada bir parantez açayım, "Biz yapamayız, biz beceremeyiz" demeyi çok seviyor ama başkaları "Türkler yapamaz, Türkler beceremez" dediği zaman da çok öfkeleniyoruz. Neden "biz" ve "Türkler" ayrı insanlarmış gibi davranıyoruz, bunu hiç anlamıyorum.
Savunma sanayinin Türkiye'ye en büyük faydasının ne olduğunu düşünürken hep rakamlara bakıyoruz.
Ne kadar ihracat yapıldığı, kaç kişiye istihdam sağlandığı, üretimde yerlilik oranının yüzde kaça ulaştığı ölçülebilir ve önemli şeyler ama en büyük fayda bu saydıklarım değil.
Savunma sanayiinin Türkiye'ye en büyük faydası sağladığı özgüven patlaması, biz de yapabiliriz inancı.
Bu inanç önümüzdeki dönemde başka sektörlerde de etkisini gösterecektir.