Mavi Vatan ve slogandan ötesi...

Türkiye'de kimi yorumcular, Atina söz konusu olduğunda Yunanistan'a karşı sahip olduğumuz askeri gücü ön plana çıkarıyorlar. Oysa masaya önce uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarımızı koymamız gerek. Mavi Vatan sadece bir slogan değil kaynağını uluslararası hukuktan alan bir doktrindir.


Normal bir günde bile İpsala'dan Yunanistan'a geçmek için 4-5 saat kuyrukta bekleniyor.

Eskiden sadece az sayıda kişinin bildiği Kapıkule yakınındaki Pazarkule Kapısı'nda bile bekleme süresi en az iki saat.

Kapıda vize uygulamasının olduğu Yunan adalarına giden feribotların kalktığı iskelelerde uzun kuyruklar oluştu bütün yaz. Halkların arasında sorun olmadığının en somut kanıtıdır bu.

Yunanistan'ın geçen hafta açıkladığı ilk altı aylık rekor turizm gelirinde ABD ve İngiltere'den gelen turistlere dikkat çekilmiş. Kuzey Makedonya ve Bulgaristan'dan gelen turistlerden bile söz edilip; Türkiye'den gelenlerden hiç söz etmemek sorunlu bir ruh halinin eseridir.

Yunanistan'ın Eski Savunma, Dışişleri Bakanı Dimitris Avramopoulas'ın yazdığı cümleleri hatırlayınca bu duruma hiç şaşırmadım: "Türkiye'nin rolüne dair algının tehdit ve korku duygusuyla şekillendiği bir saplantı içindeyiz. Türkiye'yi bir tehdit olarak görme saplantımız, yalnızca ülkenin uluslararası konumunu değil, aynı zamanda Yunan vatandaşlarının psikolojisini de olumsuz etkiledi."

***

Bu psikolojik etkilenmenin Yunanistan medyasındaki yansımalarını hemen her gün görüyorum.

Garip tetiklenmeleri var. Mesela uluslararası bir zirvede Türkiye'nin gördüğü ilgi, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın telefon diplomasisi, Yunanistan medyasını rahatsız ediyor; "Biz gölgede kaldık", "Türkiye güçlenirken, biz seyrediyoruz" yorumları yapılmasına neden oluyor.

Bunun son örneğini Erdoğan'ın, Fransa Cumhurbaşkanı Macron ile yaptığı telefon konuşmasına dair haberlerde gördük. Görüşmede Yunanistan'ın Y'si geçmemesine rağmen medyada "Bu gidişle bizi Kıbrıs bile satar" gibi abartılı başlıklar atıldı.

Dün sabah Kathimerini'nin İngilizce edisyonuna baktım. Dış politika sayfasında duran haberler, "Türkiye'nin, İtalya ve İspanya ile bağları derinleşiyor", "Japonya Savunma Bakanı savunma iş birliği ve SİHA'lar konusunda görüşme için Türkiye'de", "Türkiye-Libya paktı yeniden gündemde", "Doğu Libya milletvekilleri Türkiye'nin hidrokarbon anlaşmasının onayını değerlendiriyor", "Türkiye Nahçıvan'a demiryolu hattının temelini attı"... Başka başlıklar da var ama Atina'nın ruh halini ele veren cümle spotta saklı: "Türkiye, Azerbaycan ile Ermenistan arasında bu ay ABD'nin arabuluculuğunda imzalanan barış anlaşmasından yararlanmak amacıyla..."

Her olaya durmadan "Türkiye neden yararlanmaya çalışıyor" diye bakmak zor ve yorucu olmalı.

***

Yunanistan'daki ruh halini eleştirirken kendimizi de unutmayalım: Türkiye'de kimi yorumcular, Atina söz konusu olduğunda Yunanistan'a karşı sahip olduğumuz askeri gücü ön plana çıkarıyorlar.

Oysa masaya Türk Silahlı Kuvvetleri'nin gücünden önce uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarımızı koymamız gerek. Mavi Vatan sadece bir slogan değil kaynağını uluslararası hukuktan alan bir doktrindir.

Bu doktrin içerisinde sadece Ege ve Doğu Akdeniz değil, Marmara ve Karadeniz de var. HATTA TÜRK BAYRAKLI GEMİLERİN SEYİR YAPTIĞI TÜM DÜNYA DENİZLERİNİ DE BUNA KATABİLİRİZ. En basit anlatımla, Mavi Vatan, Türkiye'nin DENİZLERDE ULUSLARARASI HUKUKTAN KAYNAKLANAN (EGEMENLİĞİNE, EGEMENLİK) HAKLARINA VE YETKİLERİNE SAHİP ÇIKMASI VE BUNLARI KULLANMASI OLARAK TANIMLANABİLİR.

Bu noktada Ege ve Doğu Akdeniz'de Yunanistan ile yaşadığımız sorunları çözmek için uluslararası hukuka bakmak lazım.

***

Sorun, YUNANİSTAN'IN ULUSLARARASI HUKUKA GÖRE, HAKKI OLMAMASINA RAĞMEN, KENDİSİNİ BİR ADALAR DEVLETİ (ARCHIPELAGIC STATE) OLARAK GÖRMESİ VE BU ÇERÇEVEDE BÜTÜN ADALARININ TAM KITA SAHANLIĞI/MÜNHASIR EKONOMİK BÖLGE (KS/MEB) HAKKINA SAHİP OLDUĞUNU İDDİA ETMESİ. YUNANİSTAN, BU İDDİASINI 1982 TARİHLİ BM DENİZ HUKUKU SÖZLEŞMESİNİN 121'İNCİ MADDESİNE DAYANDIRIYOR. BU MADDE ADALARIN DA ANA KARALAR GİBİ KS/MEB HAKKI OLABİLECEĞİNİ SÖYLÜYOR. BU İDDİALAR YANILTICI.

ÖNCELİKLE, YUNANİSTAN ULUSLARARASI HUKUKA GÖRE, BİR ADALAR DEVLETİ DEĞİL. ZİRA ANA KARASI OLAN DEVLETLERE BU STATÜ VERİLMİYOR. İKİNCİSİ, DENİZ SINIRLARI BELİRLENİRKEN ADALAR OTOMATİK OLARAK KS/MEB ALMIYORLAR. ZİRA AYNI SÖZLEŞMENİN 74 VE 83'ÜNCÜ MADDELERİ DENİZ SINIRLARI BELİRLENİRKEN, HAKKANİYET (EQUİTY) İLKESİNİN DİKKATE ALINMASINI İSTİYOR. BU ÇERÇEVEDE, HAKKANİYET İLKESİNİ İHLAL EDİYORSA, ADALARA YA HİÇ YA DA KISMİ MEB/KS ALANI VERİLİYOR. ULUSLARARASI MAHKEMELERIN BU YÖNDE VERDİĞİ BİRÇOK KARAR VAR. AYNI ŞEKİLDE İKİLİ ANLAŞMA ÖRNEKLERİ DE VAR. ANCAK YUNANİSTAN BU GERÇEĞİ GÖRMEZDEN GELİYOR. 2003 yılında Seville Üniversitesi tarafından hazırlanan ve hukuki bir geçerliliği olmayan deniz yetki alanları haritası BUNUN EN BİLİNEN ÖRNEĞİ.

Bu haritanın hukuki bağlayıcılığı olmadığını sadece biz değil, ABD de söylüyor. Eylül 2020'de ABD'nin Ankara Büyükelçiliği'nin yaptığı açıklamadan bir bölüm alıyorum buraya: