Siyasetçilerin ve sivillerin militarizme sığınmaları tarihte her zaman büyük felaketlerle sonuçlanmıştır.
Nazi partisinin lideri Adolf Hitler askeri bir darbeyle değil, çok partili serbest seçimlerle iktidara gelmişti ve sivil siyasetin bir üyesiydi. Ancak Hitler, anti semitist ve anti komünist söylemlerine paralel olarak militarist söylemlere de sığınarak iktidarını sürdürme stratejisi izlemişti.
Hitler, 1933 yılında iktidara geldikten sonra önce ülkesinin içinde bir diktatörlük rejimi kurmuş, daha sonraki yıllarda da diktatörlüğünü sürdürmek için sürekli Almanya'nın bir dış tehdit altında olduğunu iddia etmiş; bu tehdit iddiasına dayanarak Almanya'yı silahlandırmış, savunma sanayisi alanına büyük yatırımlar yapmış; sonunda da Almanya'nın "yaşam alanını genişletmek" gerekçesiyle yakın çevresindeki ülkeleri işgal etmiş, yaklaşık 50 milyon insanın ölümüyle sonuçlanan İkinci Dünya Savaşı'nın başlamasına neden olmuştu.
Türkiye'de günümüzde yaşananlar, Almanya'da yaşananlarla özdeş olmasa da ve Almanya'da yaşananlar militarizmin insanlık tarihindeki en uç örneklerinden birisi olsa da zaman zaman Almanya'da yaşananları çağrıştırmaktadır.
Türkiye'de ekonomik ve sosyal adalet, işsizlik, gelir dağılımındaki dengesizlik, enflasyon, göç, doğa ve çevre, eğitim ve sağlık, tarım, sanayi ve teknoloji alanlarındaki sorunlardan söz edileceğine neredeyse yedi gün yirmi dört saat dış tehditlerden, beka sorunlarından, savunma sanayisi alanındaki yatırımlardan, savunma teknolojisinden, jeostratejik hesaplardan, askeri operasyonlardan söz edilmesi normal bir durum olarak nitelendirilemez.
İktidar kanadındaki siyasette ve onun kontrolündeki sözde medya organlarında egemen olan bu militarist yaklaşım, bir yandan Türkiye'nin gerçek sorunlarını unutturmayı, bir yandan da AKP iktidarının sürdürülmesi amacıyla yapay gerekçeler geliştirmeyi amaçlamaktadır.
***Türkiye NATO üyesi bir ülkedir ve NATO üyeleri arasında ABD'den sonra ikinci büyük orduya sahiptir. Türkiye'nin sınır komşusu olan hiçbir ülkenin Türkiye'yi tehdit edecek askeri gücü yoktur.
Irak ve Suriye devletleri yıkılmıştır ve din, mezhep, etnik kimlik üzerinden bölünmüş ve parçalanmıştır. Bu ülkelerin ulusal bir orduları kalmamıştır, sadece yerel asayişi sağlamaya çalışan yerel milis güçleri bulunmaktadır.
İran ile Türkiye arasında yüzlerce yıldır herhangi bir savaş yaşanmadığı gibi, İran'ın askeri gücü de İsrail'in saldırılarından sonra büyük darbeler yemiştir.
Gürcistan'ın ve Bulgaristan'ın orduları son derece güçsüz oldukları gibi, Türkiye'nin bu ülkelerle hiçbir siyasi ve stratejik anlaşmazlığı bulunmamaktadır.

4