DEM'in "Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu raporu", DEM'in gerçek siyasi çizgisini bir kere daha deşifre etmiştir.
Cumhuriyet karşıtı bir akademisyenin yazdığı klişeleşmiş, bayatlamış, niteliksiz bir yüksek lisans tezini andıran rapor, Türkiye Cumhuriyeti'nin tarihini tamamıyla çarpıtarak olguların yerine kurgulara dayandırılmaktadır.
Raporda dikkat çeken ilk olgusal hatalardan birisi kapitalizmle ilgilidir. Raporda yeni bir üretim biçimi olan kapitalizmin 16. yüzyıldan itibaren geliştiği ve Osmanlı Devleti ile "Kürdistan coğrafyasının" bundan etkilendiği iddia edilmektedir. Oysa kapitalizm Sanayi Devrimi'yle birlikte 19. yüzyılda ortaya çıkmıştır. 16. yüzyılda tarımsal üretime dayalı feodalizm geçerliydi.
Raporda ulus devlet hedef alınmakta, ulus devlet kapitalizm sorunuyla birlikte ele alınmaktadır. Oysa ulus devletlerin gelişmesi raporda da aktarıldığı gibi 1648 Vestfalya Antlaşması ile başlamıştır, 1789 Fransız Devrimi'yle daha ileri bir noktaya taşınmıştır. Ancak 17. yüzyılda ve 18. yüzyılın sonlarına kadar kapitalizm değil, feodalizm geçerliydi. Başka bir deyişle, ulus devletler kapitalizmle birlikte doğmadığı gibi, 20. yüzyıldan itibaren sosyalist ulus devletler de kurulmuştur.
Ayrıca raporda ulus devletlerin halk egemenliğine dayandığı, imparatorluk ve beylik gibi monarşik ve feodal devlet yapılanmalarına bir tepki olarak ortaya çıktığı gerçeği de görmezden gelinmektedir.
***
Raporda saltanatın, padişahlığın, monarşinin, halifeliğin ve teokrasinin hâlâ geçerli olduğu ve Cumhuriyetin henüz kurulmadığı 1921 yılına ait "Teşkilatı Esasiye Kanunu"nun, kısmi yerel özerklik olanağı sağladığı için "görece demokratik eğilimler" içerdiği iddia edilmektedir.
Raporda ayrıca Cumhuriyetin kuruluş yılları olan 1920'ler ve 1930'lar sürekli eleştirilmekte; saltanatın ve halifeliğin kaldırılmasının, Cumhuriyetin kurulmasının, laik ve bilimsel eğitimin kabul edilmesinin, kadını ve erkeği hukuk önünde eşit kılan yasaların çıkartılmasının, şeriat yasalarının geçersiz kılınmasının, din konusunun vatandaşların özgür iradesine bırakılmasının, kadınların seçme ve seçilme hakkını kazanmasının, toprak reformu girişimlerinin, kamucu bir ekonomi modelinin uygulanmasının demokratik bir toplumun kurulması açısından ne kadar önemli olduğu gerçeği tamamıyla yok sayılmaktadır.
***
Raporda, Cumhuriyetin temelleri açısından yaşamsal önemde olan Lozan Antlaşması ve 1924 Anayasası hedef alınmakta, Takrir-i Sükûn Kanunu ve Şark Islahat Planı ile "ulus devletçi sistemin karakterinin belirginleştirildiği çok daha sert bir iklimin" oluştuğu iddia edilmektedir.
Raporda, 1925 yılının mart ve eylül aylarında alınan bu önlemlerin, 1924'te başlayan köktendinci ve bölücü silahlı ayaklanmaların ve 1925 yılının şubat ayında başlayan köktendinci ve bölücü silahlı Şeyh Sait ayaklanmasının bastırılması amacıyla devreye sokulduğu gerçeğine hiç değinilmemektedir; bu önlemlerin ulus devlet kavramıyla bağlantılı olarak durduk yere yürürlüğe girdiği izlenimi yaratılmaktadır.

5