Kıymetli dostlarım Türkiye'nin son yıllardaki ekonomik gündeminde, kamu kaynaklarının nasıl kullanıldığına dair tartışmalar sıkça gündeme geliyor. Özellikle şeffaflık, önceliklendirme ve sosyal fayda ilkeleri çerçevesinde değerlendirilen kamu harcamaları, toplumda artan bir sorgulama kültürünü de beraberinde getiriyor. Son beş yılda yalnızca iki kamu bankasının reklam ve ilan harcamalarına toplamda 8 milyar 928 milyon 233 bin TL ayırmış olması bu tartışmaların merkezine oturmuş durumda.
Halk Bankası, faaliyet raporlarına göre 5 milyar 555 milyon 986 bin TL ile bu kalemde en yüksek harcamayı yaparken, Ziraat Bankası da 3 milyar 372 milyon 247 bin TL ile onu izliyor. Kamu bankalarının temel işlevi, piyasaya müdahale ederek ekonomik dengeyi sağlamak, reel sektörü desteklemek ve vatandaşlara düşük maliyetli finansman olanakları sunmak iken, bu denli yüksek tanıtım bütçeleri ciddi bir öncelik sorgulamasını gündeme taşıyor.
Bu veriler, özellikle Türkiye'de derinleşen barınma krizinin gölgesinde çok daha çarpıcı bir hâl alıyor. Çünkü aynı dönemde, Türkiye'de kiralar fahiş oranlarda artış göstermiş durumda. Uluslararası karşılaştırmalı verilere göre, son 10 yılda Türkiye'de kira fiyatları %1477 oranında artış gösterdi. Bu oran, dünyada en yüksek kira artışını yaşayan ülke olarak Türkiye'yi zirveye taşıyor.
Karşılaştırmalı olarak bakıldığında, aynı dönemde:
Macaristan'da kira artış oranı %205,
Litvanya'da %182,
Slovenya'da %174,
Polonya'da %173,
Almanya'da yalnızca %117,
Fransa'da %109,
Japonya'da ise %100 oldu.
Bu verilerden de görülebileceği üzere, Türkiye yalnızca açık ara lider değil; adeta bir istisna. Kira artışında Türkiye'nin bu denli negatif ayrışması, vatandaşın temel yaşam hakkı olan barınmaya erişiminin artık büyük bir sorun hâline geldiğini gösteriyor.
Peki burada asıl mesele nedir
Kamu kaynaklarının önceliklendirilmesidir.
Bugün Türkiye'de milyonlarca insan, fahiş kiralar nedeniyle ya evlerinden taşınmak zorunda kalıyor ya da geliriyle barınma giderlerini karşılayamıyor. Barınma hakkı, anayasal bir güvence olmasına rağmen, devletin sosyal konut yatırımları sınırlı kalırken, kamu bankalarının reklam ve tanıtım bütçeleri devasa boyutlara ulaşmış durumda. 9 milyar liraya yaklaşan reklam harcamasıyla, örneğin on binlerce sosyal konut inşa edilebilirdi ya da düşük gelirli vatandaşlara yönelik kira destek programları fonlanabilirdi.
Üstelik bu harcamalar özel sektör dinamikleriyle de çelişiyor. Kamu bankalarının rekabet ettiği müşteri tabanı zaten sınırlı; bu kurumların agresif reklam kampanyalarına neden ihtiyaç duyduğu, kamu yararı açısından tartışmalıdır. Reklamdan ziyade güven ve hizmet kalitesinin ön planda olduğu bankacılık sisteminde, milyonlarca liralık tanıtım harcamalarının finansal ya da sosyal getirisi sorgulanmalıdır.