Ünlü edebiyatçılarımızın çocukluk hikâyeleri

Bugün hayran olduğumuz edebiyatçı ve sanatçılar da bir zamanlar çocuktu. Doğdukları ortam, büyüdükleri aile, yaşadıkları şehir, çocukluklarına hatıralar katarak onları geleceğe taşıdı ve sevilip sayılan insanlar olmasına aracılık etti. Sabahattin Ali, Neyzen Tevfik, Nazım Hikmet, Fikret Muâlla gibi birçok saygın ismin çocukluğu da gençliği de yaşlılığı da fırtınalı. Psikolog ve yazar Melih Yıldız 'Aklın Uçurumunda' adlı kitabında, öncü isimlerin çocukluklarına ve psikolojilerine odaklanıyor.


Bu kitabı yazmaya nasıl karar verdiniz

Üniversitede Psikoloji Tarihi adlı bir dersimiz vardı. Bu derste psikoloji tarihine yön vermiş önemli çalışmalar, deneyler, kuramlar anlatıldığı gibi ruh sağlığı alanında çalışmalar yapmış birbirinden kıymetli bilim insanlarının da hikâyelerine yer verilmişti. Ancak bu kitapta hiçbir Türk bilim insanının ismi yer almıyordu. Dikkatimi çeken bu durum beni epey üzmüştü. Bunun üzerine Türk sanatçıların, edebiyatçıların ve bilim insanlarının hayatlarıyla ilgili araştırmalar yapmaya başladım. Psikoloji tarihiyle ve ülkemizde ruh sağlığı alanında çalışmış insanların biyografileriyle ilgili kitaplar okudum, bilimsel çalışmaları takip ettim; sahafları ve müzayedeleri dolaşarak çeşitli belgeler ve efemeralar topladım. Gördüm ki sadece ruh sağlığı alanındaki çalışmalar ve bu çalışmalara imza atmış bilim insanlarının hikâyelerini yazmak eksik olacaktır. Bu sebeple yolu bir şekilde psikoloji dünyasıyla kesişmiş, bilimde, sanatta, edebiyatta önemli yerlere gelmiş ve topluma yön vermiş kişilerin de hikâyelerini araştırdım.

strong class'read-more-detail'Haberin Devamı

Bu isimlerin kolayca bir yerlere gelemediklerini, sancılı yollardan geçip, büyük mücadeleler içinde var olduklarını gördüm. Sonrasında da ulaştığım tüm bilgileri ve belgeleri bir araya getirdim. "Aklın Uçurumunda" böyle ortaya çıktı işte.

Kitaptaki bütün kişiler gerçek... Sizi en çok hangi hikâye etkiledi

Tabii ki hikâyeleri birbirinden ayıramam, yazma sürecinde hepsini büyük bir heyecanla kaleme aldım. Nazım Hikmet, Sabahattin Ali, Mazhar Osman, Fahri Celal, Osman Fahri, Şükûfe Nihal... Hepsi de bir zamanlar çocuktu. Hepsi de alanlarında başarılı olmuş, topluma yön vermiş ve ölümlerinin üzerinden uzunca bir süre geçmesine rağmen yaptıklarıyla hâlâ saygı gören isimlerdi... Ancak daha önce de dediğim gibi bu başarılar çok sancılı süreçlerin sonunda gelmiş. Kiminin maddi anlamda herhangi bir sorunu yok ama ciddi ruhsal sorunlar yaşamış, kimisi ise maddi olanaksızlıklar içinde harikalar yaratmış. Psikolog olduğum için tabii ki en çok Mazhar Osman'ın ve Fahri Celal Göktulga'nın hikâyelerinden etkilendim. Çünkü onların yaktığı ışığa doğru yürüdüm... Bugün bile ruh sağlığının önemi tam olarak anlaşılamamışken, bu bilim insanlarımızın ne büyük mücadelelerle insanlığa hizmet ettiklerini gördüm. Ancak Osman Fahri'nin yaşamına son vermesi de beni çok derinden üzdü... Hikâyeyi yazarken onun bir fotoğrafını dahi görememiştim. Ancak kitabın baskıya gideceği gün müzayededen mersiyelerinin olduğu çok nadir bir kitapçık buldum. Ve bu kitapçığın sayfaları arasında onun çocukluk ve gençlik fotoğrafları vardı. Bu benim için büyük bir tesadüftü. Bu hikâyenin bir başka ilginç yanı da uğruna yaşamına son verdiği Şükûfe Nihal'in de tıpkı kendi gibi mezarının kayıp olması... Bunlar bile beni derinden sarsmaya yetti.

strong class'read-more-detail'Haberin Devamı

Türkiye'de yazar, edebiyatçı anlatımlarıyla ilgili son yıllarda güzel gelişmeler oldu. Siz de bu konuya katkı sağladınız. Edebiyatçıların yaşantılarından kesitler sunmak neden önemli sizce

Bizim coğrafyamızdan çok önemli isimler yetişti. Yunus Emre'ler, Pir Sultan Abdal'lar, Karacaoğlan'lar, Nazım Hikmet'ler, Hasan İzzettin Dinamo'lar, Leyla Erbil'ler, Suat Derviş'ler, Bedri Rahmi'ler, Sait Faik'ler... Bu değerlerimiz tam olarak anlatılamadı, anlaşılamadı. Son yıllarda, özellikle Batı'ya karşı büyük bir hayranlık besleniyor; ülkemizi terk edip gitmek isteyen çok insan var. Geçmiş değerlerimizi öğrensek ve özümsesek, kültürel yozlaşmanın sonucu olarak günden güne karanlığa doğru sürüklendiğimizi görsek; bunun da çağımızdan kaynaklanan bir sorun olduğunun farkına varsak, bu toprakları terk edip gitmek istemeyiz. Büyük bir kültür birikimimizin verdiği güçle ülkemizi yine Cumhuriyetimizin ilk yıllarındaki gibi aydınlık günlere kavuşturabileceğimizin inancını taşırız. Bireyselleşmeden çok toplumsallaşmaya yönelirsek komşuluk ilişkilerimizi güçlendirir, siyasi kutuplaşmalara izin vermez, bayramlarımızı coşkuyla kutlar, sokaklarda top oynayan ip atlayan çocuklara denk geliriz. Bir toplumun temelini, o
toplumun kültürü oluşturur. Kültürel değerlerimizi de edebiyat aracılığıyla anlatabiliriz, gelecek kuşaklara aktarabiliriz. Son yıllarda geçmişe olan özlemin gerekçesi de bu; kendi benliğimize, toplumsal hafızamıza duyduğumuz ihtiyaç. Edebiyatçılarımızı, sanatçılarımızı, bilim insanlarımızı, yani, bizi biz yapan her şeyi anlatmalıyız.

strong class'read-more-detail'Haberin Devamı

Kitabınızda yer alan yazarları diğerlerinden ayıran nedir Hangi yönleri sizi etkiledi de "Bu kitapta mutlaka olmalı" dediniz.

Bu kitapta yer alan yazarların, kitabın temasından dolayı, yolunun mutlaka psikoloji dünyasından geçmesi gerekiyordu. Ancak bu yeterli bir ölçüt olamaz elbette... Ben topluma yön vermiş, çalışmalarıyla hâlâ günümüzü etkileyebilen isimlerin hikâyelerinin olmasına özen gösterdim. Ve tabii ki bir yazarın ne olursa olsun doğruluğuna inandığı düşüncelerini sonuna kadar savunmasına çok önem veririm, bundan etkilenirim. Kitapta yer alan yazarlar da düşünceleri yüzünden ciddi bedeller ödemişler... Ancak hiçbir şekilde geri adım atmamışlar, haliyle böyle dik durabilen isimlerin hikâyeleri her yerde anlatılmalı.

strong class'read-more-detail'Haberin Devamı

Kitabın yayın sürecinde veya sonrasında sizi inciten bir şey oldu mu peki Veya bir beklentinize karşılık bulamadığınız bir olay, kişi

Kitapların yazım süreçleri genellikle bireysel oluyor. Ancak çok yakın olduğum kültür sanat insanları var. Onların da gözüne çarpan hikâyeler oldu... Özellikle Samet Karahasanoğlu ve Mertcan Karacan da benim araştırma konularımla ilgili bir bilgiye ulaştıklarında beni yönlendirdiler. Hatta Mazhar Osman yazımı Samet'e ithaf ettim; aramızda güzel bir duygusal hikâyesi var. Tabii ki akademisyen olan eşime de bazen yazılarımı okuttum; çünkü yazdığım hikâyelerin herkes tarafından bilindiği hissine kapıldım. Bu sebeple yazıların ilgi çekip çekmeyeceğine onunla karar verebildim. Bunların dışında, kitabın okurunun çok olmasına rağmen, yakın çevremdeki insanların da kitabımı okumalarını beklerdim. Ya da okumuşlarsa bana geri dönüş yapmalarını isterdim. Ancak sürekli yanlarında olduğum için onlara anlatacaklarımın olmadığını düşünmüş olabilirler. Hatta tesadüfen bir yazımı okuyup, şaşıran arkadaşlarıma da bazen ben şaşırıyorum. Demek ki beni pek tanıyamamışlar, diyorum. Oysaki ben de her yazar gibi kitapların arasında
ve bilgisayarın başında bambaşka bir insan oluyorum, yani herkese anlatabilecek bir hikâyem var. Umarım yakın çevremde olup, henüz beni keşfedememiş arkadaşlarım da bir gün benden haberdar olurlar.

strong class'read-more-detail'Haberin Devamı

Coğrafyamızın acı kaderidir, birçok kıymetli yazarımız yaşarken kıymeti bilinmeden göçer, gider. Gün gelir eseri eserleri ünlenir ama o ortada yoktur. Ne düşünüyorsunuz bu konuda

Her sanatçı her yazar eserlerinin birileri tarafından görünmesini ister. Bu konuda en çok üzüldüğüm kişilerin başında Ahmet Hamdi Tanpınar gelir. Hayattayken eserlerinden hiçbir gelir elde edemeyip, yokluk içinde yaşama veda etti. Hatta 'itibar suikastına' bile uğramış bir isim! Bugünse eserleri her okurun evinde, hatta aynı eserin farklı versiyonları da kütüphanelerde duruyor... O derece önemli bir isim. Bazı önemli isimlerin mezarları dahi yok! Mesela İstanbul Ansiklopedisi'nin yazarı Reşat Ekrem Koçu'yu iki metre karelik alana sığdıramamışız; "Yakacık'ta bir kulübem olsun..." diyen Udi Nevres'e bırakın kulübeyi, bir mezar yerini dahi çok görmüşüz. Bunlar çok üzücü olaylar tabii ki. Oysaki bu topluma önemli eserler vermiş insanlara sahip çıkmamız gerekiyor. Karanlığa doğru tuttukları ışığın peşinden gidebilmemiz çok önemli. Çocuklarımıza yoz, değerbilmez bir toplum bırakmamamız en büyük görevimiz. Bu değerbilirliği topluma aşılayabilmek için de müzelere önem vermeliyiz, çocuklarımızın psiko-sosyal gelişimleri için yerel yönetimlere "Müze Pedagoji Merkezi" kurmaları konusunda baskı kurmalıyız. Müzeleri canlandırmalı, sergilenen eserleri toz içinde bırakmamalıyız. Çocuklarımızı kültürün, sanatın ve müzelerin olmadığı bölgelerde yetiştirmemeliyiz. O zaman değerbilirliğimiz artacak; sanata ve sanatçıya gereken önemi vereceğiz. Meselâ ben hayattayken kitaplarıma değer verilirse bir anlamı olur; değer gördükçe hevesim artar ve yeni eserler ortaya koyabilirim. Kitaplarım hiç okunmazsa birkaç kitaptan sonra hevesim kırılabilir ve çalışmaya son verebilirim. Bu hayata veda ettikten sonra da benim düşüncelerimi, eserlerimi ve yaşamımı anlatan bir müzem olsun isterim. Bence birçok yazar da bunu ister... Çünkü her yazar aslında biraz da ölümsüz olmak için bir şeyler kaleme alır.