Yapay zekâya teslim olmamak

Yapay zekâ ile ilgili her şaşırtan yenilikte "Ben bunu Black Mirror'da görmüştüm" diyorum.

Gerçekten de bazı diziler bizden önde gidiyor gibiler.
Her teknolojik kırılmada insanlar geleceği merak ediyor.
Fakat yapay zekâ çağında bütün bu soruların cevabı aslında çoktan verilmiş durumda. Bir bilim insanı, bir fütürist, Silikon Vadisi gurusu ya da astrolog olmaya gerek yok.
Sadece "Black Mirror" izlemek yetiyor.
Yıllarca robotların insanlığı yok edeceği korkusuyla büyütüldük. Sinema da bunu kışkırttı: Metal gövdeli avcılar, dev makineler, kıpkırmızı gözler, istila filoları.
Ama "Black Mirror"ın zekâsı şurada; bizi yok edecek olan makineler değil, insanın bizzat kendisi.
Düşman dışarıdan gelmiyor; cüzdanımıza, kalbimize, ilişkilerimize ve kimliğimize uygulama olarak geliyor.
"Black Mirror"ın kehanetleri bir bir gerçekleşiyor.
Birkaç yıl önce distopya sandığımız senaryolar artık gündelik hayatımızda; onaysız deepfake videolar, chatbot'larla bağ kurup oraya tutunmak, yönetmek için algoritma kullanımı, dijital sadakat, sosyal puanlama, takipçi değerleri...
Bunların hepsini biz daha önce "Black Mirror"da izlemiştik.
En kötüsü de yapay zekânın dünyayı ele geçirmesi değil, bizim kendi rızamızla yapay zekâya teslim olmamız.
Kolaylık uğruna, konfor için, beğeni sevdasına.
İşte bu nedenle ben yapay zekâya tamamen teslim olmamak adına doğayla ve hayvanlarla olan bağımızı asla koparmamamız gerektiğini düşünüyorum.
Bilerek, isteyerek teslim olduğumuz o dijital çukur bizi içine çekip üzerimize toprak örterken bizi kurtaracak olanlar doğa, ağaçlar ve hayvanlar.
Onlar yapay değil, gerçek çünkü.

Haberin Devamı

Norveç okul sistemine alkış

Dijital kölelikten ve panzehri olarak doğayla bağ kurmaktan söz açılmışken, şahane bir örnek paylaşmak istiyorum.