Küstahlık...

Mesleki bir alışkanlık mıdır, yanlış bir göreneğin bir türlü terk edilememesi midir, bilmiyorum. Ama bizim medyamızda öteden beri süregelen bir uygulama vardır: Bu ülkenin bir lideri ile yurtdışına giden meslektaşlarımız burada yaşananları olabildiğince "olumlu" açıdan yansıtırlar.

Yurtdışında uluslararası bir toplantıda konuşan yetkilinin konuşması çok başarılı bulunur. Yabancı bir ülkeyle yapılan anlaşmanın sadece Türkiye lehine görülen hükümleri ön plana çıkarılır.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın son ABD gezisi yukarıda söylediklerime bir istisna teşkil etmiş gibi geldi bana. (Cumhurbaşkanının bu geziyi kaç uçakla yaptığı, yanında gerekli gereksiz kimleri götürdüğü, "İtibardan tasarruf olmaz" diyerek orada ne gibi bonkörlükler yapıldığı gibi konulardan söz etmiyorum.)

Şikâyetim, bu sırada ABD Başkanı Donald Trump, Dışişleri Bakanı Marco Rubio ve Ankara Büyükelçisi Tom Barrack gibi, diplomasi dilinden bihaber (habersiz) daha doğrusu patavatsız kişilerin hâlâ dünyanın en güçlü devleti görünen ABD'yi temsil ediyor olmasından kaynaklanıyor.

Türkiye Cumhuriyeti'nin ve onun başındaki cumhurbaşkanının -kâh ismini anmadan kâh adıyla sanıyla söyleyerek- onuruyla oynadılar.

Önce Dışişleri Bakanı Marco Rubio, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bir yabancı yayında "Başkan Trump'ın, Ukrayna-Rusya arasındaki savaşı ve İsrail'in Gazze'de sürüp gelen soykırımının sonlanmasını hâlâ sağlayamadığından" söz etmesini (ki bunlar birer açık gerçekti) bahane ederek -adını vermeden- Erdoğan'ın Trump'la görüşmek ya da beş dakika elini sıkmak için yalvardığını söyledi. Bir an için bu sözlerde gerçek payı olduğunu düşünsek bile Türkiye ile dost oluğunu ileri süren bir devletin dışişleri bakanının ağzından bu sözlerin dökülmesi, yeterince büyük bir skandal idi.

Onu Erdoğan-Trump görüşmesi başlamadan önce bir konferansta konuşan Tom Barrack'ın, Başkan Trump'ın "dâhiyane" bir buluşla. "Erdoğan'a en çok ihtiyacı olan meşruiyeti verelim" dediğini aktardı.