Duygular bayatlamaz. Vefa duygusu da öyledir:
Altan'ı kaybedeli bugün bir hafta doluyor. Hakkında çok önemli çok güzel yazılar yazıldı. ok güzel şeyler söylendi. Ama benim gibi 73 yıllık arkadaşı hiçbir şey diyemedi.
O yüzden bu vefa borcumu ödemek istiyorum:
Altan'la ikimiz, mesleki yıllarımızın ilk yıllarından itibaren birbirini incitmemeye çok dikkat eden ama tatlı bir rekabet duygusunu hep yaşayan iki dost idik. O gazeteciliğe 1951 yılında yani benden sanıyorum 8-10 ay önce başlamıştı. O yüzden ilk karşılaştığımız aylarda kendisine "Altan ağabey" değil de "Altan" diye hitap edişimi eleştirdiğini anımsarım. Ama o hitap şekli hiç değişmedi.
Altan daha gazeteciliğinin ilk yıllarından itibaren yeteneğiyle dikkat çeken bir meslektaşımızdı.
O Ankara'da yayımlanan CHP'nin organı "Ulus" gazetesinin ben ise merhum gazeteci büyüğümüz Kemal Zeki Gençosman ile gazeteci Nihat Şazi Koçyiğit'in ortaklaşa sahibi oldukları "Ankara Ajansı"nda (ANKA) muhabirdim (Altan Öymen de 1970'ten sonra aynı isimle bir haber ajansı kurdu). Açıkça söylemeliyim ki Altan Öymen'in ANKA Ajansı, ilk örnekten çok daha başarılı ve çok daha uzun ömürlü oldu.
Altan ve ANKA o dönemde bilinmeyen birçok gerçeği su yüzüne çıkardı ve kamuoyuna mal etti. Örneğin merhum meslektaşımız Uğur Mumcu ile birlikte merhum Başbakan Süleyman Demirel'in küçük kardeşi Ali Demirel'in oğlu Yahya Demirel'in, sunta ve marangoz artığı malzemeyi "kıymetli mal" diye yurtdışına gönderip para kazanmak yoluyla yaptığı yolsuzluğu ortaya çıkartıp büyük bir gazetecilik başarısına imza atmıştı.
Ama ondan önce, daha doğrusu 1950-60 arasında, Demokrat Parti'nin, basın üzerine heyula gibi çöktüğü yıllarda Altan Öymen, Ankara gazeteciliğinin yüz akı olarak pek çok haber ve röportajıyla çok beğenilen bir meslektaşımızdı.