Türkiye: Yüzü Batı'da, sırtı Doğu'da!

Bugün Türkiye'nin güncel dış politika ekseni hem yeni bir analize tabi tutulmakta hem de yeniden yapılandırılmakta. Ankara'nın, özellikle 2. Dünya Savaşı sonrası konuşlandırıldığı Batı bloku ile ilişkileri yıllarca "köşeye sıkışma veya köşe kapmaca" bağlamında gelişirken, İslam dünyası ilişkileri ise NATO ipoteği altında kalmış ve Türkiye'yi rakip olarak gören ülkeler tarafından hep güvensizlik durağında tutulmasına yol açmıştır. Yani... Türkiye, gerek stratejik gerekse askeri bağlamda, Batı'nın önde gelen ülkelerine... "Yarın yeni bir dünya kurulur ve Türkiye orada yerini alır" veya "Bizi daha fazla sıkıştırmayın, duvarın öbür tarafına geçeriz" demek zorunda bırakılmıştır. Cendere içindeki bu diplomasi, ne zaman milli çıkarları önceleyen arayışlara yönelse ya içerideki işbirlikçiler (bizim çocuklar!) tarafından sabote edilmiştir ya da yabancı aktörler tarafından siyasi ve ekonomik kırılmaların, toplumsal olayların tetiklendiği senaryolarla karşılaşmıştır Kim ne derse desin... Dünya çok merkezli, zamana ve zemine göre şekillenen süreli işbirlikleri üzerinden farklı bir güç dengesine doğru evriliyor. İnsan hak ve özgürlükleri ile global refahı vaat ettiği öne sürülen Avrupa ve Amerika merkezli katı müesses nizam sarsılıyor. Hıristiyanlık birikimi etrafında şekillenen örgütlenmeler, bu gerçeği ne kadar kamufle ederlerse etsinler, mızrak çuvala sığmıyor. Başta Türkiye olmak üzere pek çok ülkeye ortak menfaatlere ve -sözde- nötr kurallara dayalı modeller öneren, hatta dayatan ülkeler, arka plandaki ajandalarını -tüm çabalarına rağmen- kapatamıyorlar. Hibrit tehdit türleri, devlet altı yapıların asimetrik rolleri, vekâlet savaşları, bölgesel ya da küresel savaş çıkarması riski reddedilmeyen ve belki de bu yüzden çözümsüz bırakılan sıcak çatışma alanlarının varlığı, düzensiz göç akımları, terör, küresel ısınma, enerji, gıda güvenliği sorunları, finansal istikrarı tehdit eden tekellerin baskıları, lojistik, tedarik darlıkları, salgın hastalıklar... Ve bütün bu tehlikeleri fark ettiği halde kalıcı çözüm geliştirmeyen, hatta bu tehditlerden küçük çıkarları için fırsat çıkarmaya çalışan gelişmiş ülkeler... Kan dökülen sahaları kendi sınırlarının dışında tutan güçler... Daha adil bir dünyaya ve kalkınma hedeflerine ulaşmada başarısızlığı tescilli uluslararası örgütler... Bütün bu gerçeklikler ister istemez, "insani, ahlaki, vicdani karşı çıkışları" beraberinde getiriyor. Tam da bu nedenle Türkiye, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın öncülüğünde, bu büyük sorgulamanın bayraktarlığını üstleniyor. Emin olun Erdoğan, G 20 Masası'nda Türkiye'ye ve