Hakim parti karşısında milli muhalefet açığı!

"AK Parti'yi kim kurdu" sorusuna Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, 21 yıl önce, "AK Parti'yi milletimiz kurdu. Biz de tabelayı astık" cevabını vermişti. AK Parti'yi özgün kılan, siyasi sihri diyebileceğimiz gizemli yanı da bu "kurucu iradede" karşılık bulmakta. AK Parti'yi, sadece kurucular kurulundan ibaret sayan ve "Dünyanın en büyük tepesi Everest'tir. Erdoğan, AK Parti için Everest'i, zirveyi temsil eder. Ama Everest tepesi, Himalaya Dağları üzerinde yükselir. Bizler de Himalayalarız" diyen, yani kerameti millette değil de kendilerinde arayanlar bugün siyasi sahnede neredeyse yok hükmündeler! AK Parti'nin siyasi serencamı, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın dün işaret ettiği gibi "Kuruluşundan bugüne 21 yılın, 21'inde de mücadele ile geçti!" Ve yine Erdoğan'ın anlatımı ile... 21 boyunca Türkiye siyasetinde en büyük sorun, "yerli ve milli muhalefet açığından!" kaynaklandı. Peki, ama neden Bu soruyu, AK Parti ile birlikte Türkiye'nin geçirdiği dönüşümle yanıtlamak mümkün. Kasım 2002'de AK Parti hem birinci parti hem de "iktidar partisi" idi. Sonra "muktedir parti" olma süreçlerinden geçerek vesayeti geriletip, milletin tercihini hakiki manada devlete yansıttı. Derken, merkez sağ-merkez sol ayrımını bir kenara itip siyasette "yeni merkez" inşa etti. Haliyle "kitle partisi" kimliğine kavuştu. Bugün ise AK Parti, siyasette en geniş alanı kapsayan "hâkim parti" konumunda. Nitekim... 6'lı masa ve örtü altı ortağı HDP ile birlikte 7 partinin bir araya gelerek AK Parti'yi ve Erdoğan'ı devirme mücadelesine girişmesi, Türk siyasetindeki asimetrik tablonun özeti olduğu kadar muhalefetteki yetersizliğin de açık yansımasıdır. İktidara aday, millete güven veren ve sandıkta karşılık bulan, yetkin birinci muhalefet partisinin olmaması, farklı siyasi görüşteki kitlelerin gerilmesine, umutlarının kırılmasına yol açmakla kalmıyor, AK Parti hâkimiyetini adeta kurumsallaştırıyor. Bu dengesizlikten istifade eden kayıt dışı siyasetin kimi unsurları, muhtelif araç ve yöntemleri ile içeriden ve dışarıdan Türk demokrasisini hedef alabiliyor. Elbette, 2020'e başlayan pandemi şoku, küresel sağlık sistemlerinin çöküşü, tedarik zincirlerinin kopuşu, ticaretin ve sınırların kapatılışı global ekonomiyi felce uğrattı.