Her bir değerin, kavramın, sözün anlamını yitirdiği; karakterin, duygunun, doğallığın yerini bir savrulma halinin aldığı bir çağda yaşıyoruz. Köklerin ve aidiyetin; şahsiyet ve izzetin türünün tükenmek üzere olduğu bu dönem insan tabiatına aykırı olduğu için mutlak bir güvensizlik, yalnızlık ve mutsuzluk çağı ortaya çıkıyor. Tüm bunlar kuşkusuz kendiliğinden oluşmuyor.
Bu süreç bir yandan bireyin tüm toplumsal bağlarının zayıflamasıyla biten modern sanayi toplumunun sonucu olan bir sosyolojik krizle; diğer yandan bireyci, duygudan ve gelenekten uzaklaşmış insan tabiatına hücum eden bir kültürel, söylemsel ve ideolojik hegemonya ile oluşuyor. Ahde vefa sözü sadece gündelik dilden kalkmıyor, ruhlardan da uzaklaşıyor.
Vatanseverliği küçümseyen, tarihi ve coğrafyayı önemsizleştiren, maneviyatı ve duyguları aşağılayan, geleneği ve aileyi dışlayan bu hegemonik dil yaygınlaştırılıyor, içselleştiriliyor.
Geçen Pazartesi günü bu köşede "Post-Aşk Çağı" başlığı ile yazdığım yazıda aşka, arkadaşlığa, ahde vefaya yabancılaşma halinin aslında sadece o duygulara has olmadığını tartışmıştım. Esasında bunun manevi, geleneksel, duygusal tüm beşeri ilişkilere yabancılaşma halinin bir parçası olduğunu söylemek gerekiyor.
Aşka, geleneğe, aileye, maneviyata yabancılaşmanın bir başka boyutu da aidiyet duygusunun kaybı ile ilgili. Bir kişiye, aileye, millete, vatana olan aidiyet duygusu.
Tüm bu köksüzleşme, şahsiyetsizleşme ve yabancılaşma küresel bir dalga halinde dünyayı etkisi altına almış durumda. Önce Batı'nın önemli bir bölümünü sonra da Batı-dışı toplumları etkisi altına alan bu hal ekonomi-politik ve sosyolojik değişimlerin bir neticesi olduğu kadar da küreselciliğin vatansız, ailesiz, dinsiz, milliyetsiz, cinsiyetsiz toplum yaratmaya dönük ideolojik, kültürel ve söylemsel dilinin etkisi. Popüler kültürüyle, sosyal medyasıyla, dijital mecralarıyla normalleştirdiği bir hastalık ve yoksunluk hali.
Bu nedenle "ülkeniz için savaşır mısınız" sorularına verilen cevaplar da sürekli olarak "evet" cevabı azalırken, tüm kurumsal dinlere dönük bir itibarsızlaştırma kampanyanın etkileri her yerde görülebiliyor.
Artık aidiyetler de kimlikler de sabit değerler olmaktan çıkıp "projeler"e dönüşebiliyor.
Aile kurtulunması gereken bir yük, evlilik kriz ve belirsizlik üreten bir zindan, sevgililik acıdan ibaret bir trajedi, vatan da şans eseri içine doğulan bir konaklama mekanı olarak görülüyor.