Türkiye'nin Tarih-Politiği

Zaman zaman bu köşede dünyada artan Türk karşıtlığından bahsediyorum. Bilhassa son 10 yılda Türklerin doğrudan nefret nesnesi haline geldiğini, popüler kültürde şeytanlaştırıldığını, siyasal söylemlerde hedef haline getirildiğini, akademyada ve medyada üzerine oryantalist kalıpların kusulduğu bir millet olduğunu vurguluyorum.

Elbette, Türk karşıtlığının Batı'da çok uzun bir tarihi bulunmakta. Roma için Attila,, Bizans için Sultan Alparslan, Haçlılar için Selahaddin, Papa için Fatih Sultan Mehmet, Şarlken için Sultan Süleyman bir korku ve nefretle karışık bir hayranlık imgesidir. Bunu Batı'nın resmî yazışmalarında da edebiyat eserlerinde de din adamlarının konuşmalarında da görebiliriz.

Peki, son 10 yılda ne oldu da Türkiye'ye düşmanlık bu kadar yükseldi

Uzun uzun analizler yapmadan önce belki de şunu söylemek lazım: Türkiye, Türkiye olmaya başladı.

Yani Türkiye kendi tarih-politiğiyle buluşup kıymetli edebiyatçı Celal Fedai'nin deyimiyle "kaderini arayan" bir ülke haline geldi.

Öncelikle şunu söylemek gerekiyor. Türklerin imparatorluklar tarihinin büyüklüğü, kültür ve medeniyet öğelerinin zenginliği, hükmettiği toprakların ve halkların genişliği, o tarihin devamı olan Türkiye Cumhuriyeti'ne, kendi sınırlarından çok daha büyük bir kültürel, sembolik ve politik etki alanına sahip olma potansiyeli sunmaktadır. Dahası, Türkiye'nin bu büyük tarihsel arka planı, Türklerin tarih boyunca karşıtlık veya rekabet içinde olduğu süper güçleri ve onların ardıllarının Türkiye'yi potansiyel bir tehdit olarak algılamalarına sebep olmuştur. Bu algı sonucunda da Türkiye'yi (en azından) pasifize edilmesi veya minimize edilmesi gereken bir güç olarak görmelerine ve agresif bir Türkiye politikası ortaya koymalarına yol açmıştır.

Buna ek olarak, Türk hakimiyetinde kalmış ve imparatorluğun son asrında koparak kendi ulus-devletine sahip olmuş bazı etnik unsurların ulusal kimliklerini Türk karşıtlığı üzerine inşa etmiş olmaları, Türkiye'yi bir 'kurucu öteki' konumuna sokmakta ve bölgedeki pek çok ulus-devletin de onu 'potansiyel tehdit' olarak algılamasına sebep olmaktadır. Yani tarih, modern Türkiye için hem imkanlar ve potansiyel güç ile etki alanı sunarken hem de Türkiye'yi, küresel ve bölgesel güçlerin tehdit algılamalarının getirdiği riskler ve yüklerle karşı karşıya bırakmaktadır.

İmparatorluğumuzu kaybettiğimiz dönemde ortaya çıkan ve bugün de önemli oranda devam eden kaybetmişlik sendromu ve Batı'nın kültürel hegemonyasının beslediği bir aşağılık kompleksi ile Batı'ya bakanların çok anlayamadığı durum da bununla alakalıdır.