Türkiye'nin son yüzyılını yazan teorisyen: Ziya Gökalp

İmparatorluğumuzun artık son yılları... Asırlarca cihanın en güçlü devleti olmuş, medeniyetin her anlamda merkezi olmuş imparatorluk çöküş sürecinde...

Dünyada imparatorluklar çağının kapandığı, milliyetçilik çağının başladığı zamanlar. Asırlar boyu hakimiyetimiz altında kalmış gayrimüslim azınlıkların da Batılıların ve Rusların desteği ile kendi ulus-devletlerini kurmak üzere koptukları yıllar.

O dönemin devlet adamlarının, aydınlarının ise kafasında tek bir soru: Devleti nasıl kurtarabiliriz

İmparatorluğu kaybetmekte olmanın ve Batı karşısında mağlup olmanın getirdiği travma en çok da aydınlarda gözlemleniyor... Aydınlar özgüvenlerini, ümidini, kimliklerini kaybetmekte...

Tam böyle bir dönemde, Diyarbakır'da doğup büyüyen Ziya Gökalp söyledikleri ve yazdıklarıyla büyük etki yaratacak, o kadar ki son asrın belki de en etkili fikir adamı olacaktı...

O dönemin aydınları ve devlet adamları gibi imparatorluğu tutabilmek için önce Osmanlıcılık fikrini biraz da mecburen savunmuşlar, gayrı-müslimler koptuktan sonra da İslamcılık'ta fayda aramışlardı.

Lakin devir milliyetçilik devriydi. İmparatorluğun sahibi olan millet Türk milleti olduğu için ve sınırlar genişken milliyetçilik yapmak akılcı olmayacağı için ancak nüfus olarak Türklerin çoğunluğa geçtiği kadar ülke küçülmeye başladıktan sonra Türk aydınları ve devleti milliyetçilik yapmaya başlayacaktı.

"İslam aleminin son ümidi olan Osmanlı Devleti'ni yüz seneden beri parçalayan manevi bir mikrop var. Bu mikrop şimdiye kadar Osmanlılığın düşmanı idi ve İslamiyet'e büyük zararlar verdi. Fakat, bugün artık İslamların lehine dönerek, yaptığı verdiği zararları gidermeye çalışıyor. Bu mikrop milliyet fikridir... Ne ise. Olan oldu. Milliyet fikri İslamiyet aleyhinde ne yapmak mümkünse yaptı. Artık bu silahı kullanmak sırası İslam alemine geldi."

Böyle diyordu Ziya Bey.

Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak diye sloganlaştırdığı bir modernleşme düşüncesine ve milliyetçilik anlayışına sahipti. Milliyetçiliği ırkçılık veya kavmiyetçilikle karıştıran cehalete karşı şiddetli tepki gösteriyor, tane tane anlatıyordu:

"Ruhumuza vücut veren bütün dini, ahlaki, bedii (estetik) duygularımızı bu lisan vasıtası ile alırız. Zaten ruhumuzun içtimaî hisleri, bu dinî, ahlakî, bediî duygulardan ibaret değil midir Ancak bunları bize kazandıran toplumda mutlu olur, kendimizi oraya ait hissederiz. Millet ne ırkî, ne kavmî, ne coğrafî, ne siyasî, ne de iradî bir zümre değildir. Millet lisanca, dince, ahlakça ve bediiyatça müşterek olan, aynı terbiyeyi almış fertlerden oluşmuş bulunan bir topluluktur."