Türkçe Davasının Sancaktarı: Yavuz Bülent Bakiler

İmparatorluk döneminde kültürüyle, edebiyatıyla, musikisiyle, askeriyesiyle, ilmi ve siyasal sistemiyle insanlık tarihinin en ileri medeniyet zirvelerinden birine ulaşmış olan Türk milletinin lisanı olan Türkçe de o sıralarda tarihinin zirvesindeydi. Dilin ahengi ve şiirselliği bir tarafa; ilim, edebiyat ve en önemlisi de bir cihan imparatorluğunun da dili olarak dünyadaki tüm diğer büyük imparatorluk dilleriyle aynı seviyeye çıkıyordu.

İngilizce - Türkçe sözlük hazırlayan dönemin İngiliz dilbilimcileri İngilizce'nin Türkçe kadar zengin bir dil olmadığından dolayı üzüntülerini ifade ediyor; Türkistan'da Kaşgarlı Mahmud'un Türkçe lügatındaki belirgin olan yükseliş Devlet-i Aliyye döneminde daha da görkemli bir hale geliyordu. Kuşkusuz Türklerin tüm medeniyet unsurlarındaki bu yükseliş de İslam medeniyetine dahil olmanın da payı önemliydi. O dönemde de Türkçe ile hem Arapça hem Farsça arasında etkileşim yaşanmış, karşılıklı kelime alışverişleri olmuş, alınan kelimeler Türkçe içerisinde dönüşerek asırlar içerisinde de Türkçeleşmişti. Zaten dünyada sadece kendi öz üretimi olan, başka dillerden alınmayan kelimelerden ibaret bir büyük dil hiç olmamıştı; bu ancak izole bölgelerde yaşayan kabilelerin dilleri için söz konusu olabilirdi. Burada önemli olan dilin yapısı, ahengi, sistematiğinin millî kalabilmesi; alınan kelimeleri asırlar içerisinde dönüştürüp kendileştirecek gücünün olup olmamasıydı.

İşte Osmanlı döneminde Batı Türk tarihi için ilk defa bir Türk devletinin (bazı yöresel beylikler hariç) resmî dilinin Türkçe olması, Ukrayna'dan Yemen'e; Cezayir'den Bağdat'a Türkçe bilmeyenin memur veya asker bile yapılmamasının kural haline getirilmesi Türkçe'mizin hem ayakta kalarak bugünlere kadar gelebilmesi, hem Türk millî kimliğinin muhafazası hem de Türkçe'nin bir dünya dili olması için çok önemli bir aşama olmuştu. Padişahlar buna hassasiyet göstermiş, Fatih bunu kural haline getirmiş, sonraki asırlarda Kanûn-ı Esasî'nin 18. Maddesine Türkçe'nin devletin dili olduğu mühür olarak vurulmuştu. Selçuklu dönemindeki Farsça hakimiyeti böylelikle kırılmıştı.

Neticede imparatorluğumuz çöktü, topraklarımız bir avuç kaldı ve maalesef tüm medeniyet unsurlarımızla birlikte Türkçe de küçüldü. Buna Cumhuriyet döneminde bir dönem uygulanan dilde tasfiyecilik ve uydurmacılık da eklenince hem fakirleşmenin hem de Batı'nın kültürel hegemonyasının bir sonucu olarak Türkçe'ye İngilizce ve Fransızca kelimeler hücum etmeye başladı.

Türkçe'nin bu kötü vaziyetini ve gidişatını görüp, bunu dert olarak sahiplenen, Türkçe davasını bir millî dava olarak yükselten de Yavuz Bülent Bakiler olmuştu.

Her mecrada Türkçe'yi o eski ihtişamlı günlerine döndürmek için mücadele eden, lisan meselesinin devlet meselesi kadar mühim olduğunu ifade eden hep O olmuştu. Bir yandan şiiriyle, hitabetindeki ve üslubundaki o müthiş Türkçe ile bu davayı dile getiriyor bir yandan da ikazlarıyla bir milleti diline sahip çıkması için uyandırmaya çalışıyordu.