Trump, Monroe doktrini ve batı yarımküre

ABD Başkanı Trump başkanlıktaki daha ilk günlerinde dünya siyasetini yerinden sarsmaya devam ediyor. Yalnız normal şartlarda bir ABD Başkanı genelde Müslüman ülkelere dönük istilacı politikalar sebebiyle daha çok Ortadoğu'nun gündemini belirler, dünyanın geri kalanında ise ekseriyetle bu derece gündemi sarsamazdı. Gerçi yine ilk icraatı İsrail'i ateşkes masasına oturtmak olan Trump sonrasında da Gazze'yi insansızlaştırmakla ilgili barbarca açıklamalarıyla Ortadoğu gündemini belirlemeye devam etse de bu kez gündemi belirlenen tek bölge Ortadoğu değil. Grönland'ı ABD toprağı yapma söylemiyle başlayan, Kanada'yı 51. eyalet yapma sözleriyle devam eden Trump'ın Panama Kanalı'nı ele geçirmekten bahsetmesi yetmiyormuş gibi bir yandan da Elon Musk da Avrupa siyasetine müdahale edip Avrupa'da milliyetçi söylemleri olan partileri iktidara getirip küreselciliği ABD'den sonra Avrupa'da da yenilgiye uğratmaya çalışıyor. Bu konuyu müstakilen bir yazı konusu yapacağım. Bugün ise Grönland, Kanada ve Panama meselesinin arka planında ne olduğunu tartışacağım.

Trump, genel itibarıyla dünyanın çeşitli yerlerindeki kriz alanlarına müdahale eden ve hatta müdahale etmek için kriz çıkaran küreselcilerin tersine ABD'nin kendi çıkarlarıyla doğrudan alakası olmayan yerlere müdahale etmeyerek askeri, ekonomik, siyasi yükün altına girmeye karşı çıkıyor. Bir yerlere müdahale edecekse de kendi ulusal çıkarları için daha öncelikli gördüğü dünyanın Batı yarımküresine müdahale etmeyi, gücünü oraya kaydırmayı ve gereksiz yüklerden kurtulup ekonomik gücünü biraz daha kendi halkının refahı için harcamayı vaat ediyor.

Trump'ın bu politikasını 1800'lerin ilk yarısından başlayarak ABD'nin temel dış politika eksenini oluşturan ve 5. Başkan Monroe'nun adıyla anılan Monroe Doktrini'ne benzeten analizler yapılıyor. Monroe Doktrini o dönem daha yeni bağımsızlığını elde etmiş bir devlet olan ABD'nin, Avrupa devletlerinin potansiyel tehditlerine karşı daha savunmacı, anti-kolonyal ve Batı yarımküreyi esas alan bir dış politika doktrinine dayanıyordu. Batı yarımküreyi öncelemek bakımından Trump politikasıyla benzerlikler taşısa da o dönemki ABD'nin hegemon bir güç olmaktan uzak olduğu, doktrinini savunmacı bir çerçeveye dayandırdığı düşünüldüğünde önemli farklar da ortaya çıkıyor. Bu bakımdan Trump politikası "Neo-Monroe" doktrini olarak tanımlanabilir mi, tartışılır...

Trump'ın Batı yarımküreyi esas alan politikasında hem Çin'i geriye itmek ve baskı alına almak hem de Latin Amerika'da ABD hegemonyasını tahkim etmek de yer alıyor. Kuzeyden Grönland ve Kanada'dan güneyde Meksika ve Panama'ya uzanan yeni bir ABD hinterlandı oluşturmak istemesinin arkasında biraz da bu niyet yatıyor.