Şiddetin pornografisi
Büyük ve güzel bir ülkemiz var. Büyüklüğü yüzölçümünden değil tarihinden, kültüründen ve medeniyetinden kaynaklanan soyut bir büyüklük. Yalnız medyamızın ve sosyal medyamızın ahvali bu büyük ülkenin yanında son derece küçük kalabiliyor.
Geleneksel medyamızın pek çok unsurunun uzun bir süredir üçüncü sayfa haberciliğine boğulduğunu ve fazlasıyla "içe dönük" bir habercilik yaptığını daha önce bu köşede "Büyük Ülkenin Küçük Medyası" başlığıyla tartışmıştım.
Pek çok konuda bize model olarak ortaya koyulan "gelişmiş ülke" medyalarının ana akım kuruluşlarında şiddet, cinayet, tecavüz, gasp gibi haberlerin mümkün olduğu kadar az verildiğini, verirken de hiçbir şekilde şiddeti izleyiciye boca edilmediğini bilmek gerekiyor. Haberlerinin içeriğini ise daha çok dışa dönük dünya haberlerinin oluşturduğunu, "içe dönük" haberciliğin hele hele üçüncü sayfa haberciliğinin ise daha çok üçüncü dünya ülkelerin medyalarına özgü olduğunu tespit etmek de gerekiyor.
Peki, söz konusu ülkelerde kadın cinayetleri işlenmiyor mu Çocuk istismarı vakalarına rastlanmıyor mu Tecavüz vakaları yok mu Birçoğunda rakamlar Türkiye'den çok daha yüksek. Zaten gelişmişlik düzeyi ne olursa olsun maalesef her toplumda böyle vakalarla karşılaşılıyor. Demek ki burada medya kültürüne ve yönetimine dair bir farklılık ortaya çıkıyor.
Son haftalarda Türk medyasındaki ve sosyal medyasındaki durumun ise iyiye gitmek yerine daha da kötüye gittiğini görüyoruz. Bazı cinayetlerin adeta magazinleştirilerek kamuoyunda tüm detaylarıyla üzerimize boca edildiği, ana akım kanallarda açıkça şiddetin bir pornografiye dönüştürüldüğü bir süreç ile karşı karşıyayız.
Susan Sontag "şiddetin pornografisi" kavramıyla reyting veya etkileşim uğruna medyanın şiddeti estetize ederek ilkçağ Roma'sının arenalarında görülmüş bir vahşet dramasına dönüştürmesinden bahseder. Son günlerde Türk yayın organlarında tam olarak böyle bir süreç yaşanıyor. Görselleştirilen vahşet görüntülerine ek olarak anlatım dili ve müziklerle reyting ve etkileşim kaygısıyla bir duygu pornografisi de sergileniyor.
Maalesef Türkiye'nin sosyal medyası ise daha da içler acısı bir halde. Bir kısmı kötülüğü yaymak bir kısmı da iğrenç bir etkileşim çabasıyla hareket eden bazı odakların sosyal medyayı şiddetin pornografik mecrasına çevirdiğini görüyoruz.
Bu durum Bandura'nın kavramıyla bir sosyal öğrenme sürecini gündeme getiriyor ve şiddetin yayılması ve normalleşmesi gibi menfi bir sonuç ortaya çıkarıyor. Hatta pek çok katil cinayet yöntemlerini önceki sansasyonel cinayetlerin medyaya yansıyan tartışmalarından öğrendiklerini polise verdikleri ifadelerinde dile getiriyor.