Pazartesi günü bu köşede Amerikan hegemonyasının gerilemesinin işaretlerini tartışmaya başlamış, Trump politikalarının da aslında bu gerileme döneminin hem bir çeşit kabulünü ve hem de bir nevi onu engelleme çabalarını içerdiğini iddia etmiştim.
Trump'ın Amerikan hegemonyasını ayakta tutma vizyonu küreselciliğin ABD hegemonyasının sonunu hazırladığı varsayımına dayanıyordu. Başta Pentagon olmak üzere ABD'deki egemen askeri, ekonomik, politik, bürokratik, kültürel ve entelektüel elitlerin teşkil ettiği Amerikan müesses nizamındaki hakim küreselci- liberal anlayışa Trump bu nedenle savaş açmıştı. Buna bir cevap olarak da suikast girişimleriyle, soruşturmalarla, medya sızıntılarıyla, terör saldırılarıyla ve Epstein skandalı gibi süreçlerle karşı karşıya kaldı. Kuşkusuz Amerikan müesses nizamının organik uzantısı da İsrail'di ve bu cevaplar aynı zamanda İsrail'in de cevaplarıydı.
Bir yandan halen bir buçuk katı kadar büyük bir millî gelire sahip olsa da askeri ve siyasi ağırlığı çok daha büyük olsa da tarihsel eğilimler itibariyle Çin karşısında giderek üstünlüğünü kaybeden konumu Trump'ı en çok endişelendiren konu oldu. Dahası Rusya karşısındaki caydırıcı olamayan bir ABD görüntüsü de dünyadaki bölgesel güçler karşısındaki o eski tartışmasız hükmeden güç imajını kaybetmeye başlayan bir ABD görüntüsü de Trump'ın en çok üzerinde durduğu konulardı.
Neticede Trump'ın "barış kurucu" bir başkan olma, Nobel'e aday olma imaj çalışmasını vitrine koyup onun arkasında esas olarak küresel krizleri bitirip ABD hegemonyasının sonunu hazırladığını düşündüğü küreselcilerin ABD'yi soktuğu küresel jandarmalık rolünden, en çok da Ortadoğu'dan ağırlığından çekilmek istemesinin olduğunu düşünüyorum.
İşte bu noktada Trump'ın daha bir senesini doldurmadan içeriden yediği baskılar (Epstein örneğinde olduğu gibi) ve Rusya'nın kendisine boyun eğmemesi ile İsrail etkisi gibi dış faktörlerle mecburen müesses nizam politikalarına teslim olduğunu bize gösteriyor. Geçtiğimiz günlerde sarf ettiği "eskiden ABD'yi İsrail lobileri yönetiyordu, artık İsrail lobileri o kadar güçlü değil" sözleriyle aslında İsrail'e ve Pentagon'a teslim oluşunu gizlemeye çalıştığı da düşünülebilir.
Neticede İsrail'in Gazze'nin işgal planına, Suriye, Lübnan, Yemen, İran ve en son da Katar saldırılarına razı hale gelmesi de Ortadoğu'daki krizlerden uzak durmayı isteyen Trump için bu teslimiyeti gösteriyor. ABD'deki küreselci akıl da hegemonya kaybı duygusu yaşayan güçlerin genelde başvurduğu bir yönteme başvurarak hegemonya kaybını telafi etmek için daha saldırgan ve müdahaleci bir dünya politikasına başvuruyor ve bu süreci de İsrail ile birlikte yürütüyor. Bu sürece de Trump'ı malum süreçlerle ikna etmiş görünüyorlar. O kadar ki, Trump'ın daha birkaç ay önce yüz milyarlarca dolarını alıp kendi koruması altına aldığı Katar'a yapılan İsrail saldırısını bile engelleyemeyecek bir noktaya geldiği görülüyor. Aslında bu bile başlı başına ABD'nin hegemonya kaybının başka bir göstergesi olma niteliğini taşıyor.