İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan düzen bir yandan Soğuk Savaş'ın başlangıcını ifade ederken diğer yandan da Amerikan hegemonyasının tesis edildiği bir küresel sistemin ilk dönemini işaret ediyordu. Soğuk Savaş döneminde önemli meydan okumalarla karşılaşsa da sürecin sonunda galip gelen ve tek kutuplu dünya tartışmalarını yaptıracak kadar güçlenen bir Amerikan hegemonyası ortaya çıkmıştı.
1990'larla birlikte ortaya çıkan küreselleşme tartışmaları hem ideolojik hem politik hem de ekonomik boyutlarıyla Amerikan hegemonyasını hem tasdik eden bir ekonomi-politiğe hem de buna dünyanın geri kalanında rıza üreten bir söylem üstünlüğüne ve dolayısıyla hegemonyanın tahkimine yol açmıştı.
Ama hem bilgi ve üretimin akışı bakımından hem de büyüyen yeni bölgesel güçler bakımından küreselleşme bir yandan ideolojik ve söylemsel olarak neoliberal küreselcilik eliyle ABD hegemonyasının yeniden üretimine yol açarken diğer yandansa ABD hegemonyasının altını oyan bir yere doğru evrildi. Çünkü küreselleşme üretim ve bilgi tekelinin ABD'nin elinden çıkmasına ve Çin gibi güçlerin büyümesine ortam sağlayacak bir ekonomi-politik dönüşümü de ortaya çıkarmıştı.
1980'lerle birlikte dünyada yaygınlaşan neoliberalizmin gümrük duvarlarını indirip, sermayenin akışkanlığını hızlandırıp üretime dayalı endüstriyel sermayenin işgücünün ucuz olduğu Asya ülkelerine kaydırmış olmasının istihdamın ABD'de ve Avrupa'da düşürmesinin yani işsizliğin ve düzensiz işlere sahip işgücünün oransal olarak artışının Batı'da yarattığı bir büyük toplumsal-ekonomik tahribat bulunuyordu. Buna sermayenin üretimden finansa geçiş yapması da devleti minimize eden düşük vergi ve gümrük tarifeleri politikaları da ilave edildiğinde devletlerin sosyal refah sistemlerinin çöküşü de eklendi.
Kısılan sağlık harcamaları ile çöken ve berbat hale gelen sağlık sistemleri insanları memnun etmekten uzakken ve özel sağlık sigortalarına mecbur hale getirirken; eğitime, sosyal korumaya ve sosyal yardımlara dair hizmetlerin niteliğinin düşüşü de ABD de ve Avrupa'da geniş öfkeli ve mutsuz alt ve orta sınıfları ortaya çıkardı.
Sürekli olarak dünya ekonomisi içerisinde ağırlığı azalan ABD'nin ise tarihin belli bir anında bu hegemonyayı da birinciliğini de kaybedeceğini görmek için kahin olmaya gerek yok. ABD bugün halen ekonomik, politik ve askeri olarak en büyük güç olsa da tarih içinde yavaş yavaş geri gidişini tartışmak gerekiyor.
İşte tüm bunları biz gördüğümüz gibi Trump ve ekibi de görüyordu. Bir yandan kendi seçmenlerine verdiği sözleri, kendisini başkanlık yolunda destekleyen toplumsal grupları hüsrana uğratmadan o büyük dönüşümü yapmak istiyor diğer yandan neoliberalizmin ortada kalmış cenazesini tüm uygulamaları, kavramları ve ABD ile dünyada küresel bir ekonomik müesses nizam haline gelmiş finans sermayesinin çarkına çomak sokarak kaldırmak istiyordu. Gümrük duvarlarını yükselten, Alman milliyetçi iktisadın kuramcısı Frederik List'ten beri bildiğimiz uygulamaları devreye sokarken tüm bunları aynı zamanda da uluslararası güç mücadelesinde bir sopa olarak kullanacağı bir aparata dönüştürüyordu.