Osman Sınav'ın derdi neydi
O günler için bırakın gerçekleştirmeyi, hayal etmesi bile kolay değildi...
Üsküdar'ın tarihi bir camisinin müezzini Ömer Baba ezan okuyor, ney çalıyor, tasavvuftan, peygamberlerden bahsediyordu. Bunu da bir televizyon dizisinde yapıyordu...
İstanbul'da bir nevi modern dönem dervişi olan Kuşçu tasavvufu, Mevlana'yı, Türk Müslümanlığını uzun uzun menkıbelerle Tv ekranından anlatıyordu. Üstelik bunu da 28 Şubat günlerinde, anaakım kanalda yapıyordu.
Vatansever bir devlet görevlisinin Türk devleti ve toplumundaki Batı'nın vesayet unsurlarıyla, Gladyo'suyla savaşması için yetiştirilmesini konu alıyor, baştan aşağı milliyetçi bir dizi yapmayı milliyetçilere küfredilen bir dizi sektörü düzeninde becerebiliyordu.
Karakterin adı "Polat" lakabı "Canpolat"oluyor, İsmail Canbulat'a rahmet okutuyor, "Doğu Eşrefoğlu" ile Kuşçubaşı Eşref hatırlatılıyor, final sahnesinde kültürel hegemonyanın da onunla bağlantılı resmî tarih anlatısına da meydan okuyarak Türk dizi tarihinde ilk defa Enver Paşa'ya haksızlık edildiği ve bir vatan kahramanı olduğu haykırılıyordu.
Öte yandan Heredot Cevdet'le Türk ve İslam hafızasını, resmî tarihin dışına çıkarak diriltmeye çalışan, kahvehaneleri okey oynanan yerler, mahalleleri de üzerine toprak atılması gereken bir baskı unsuru olarak değil de kadim gelenekteki kültür üreticisi bir yere dönüştürmeye çalışan bir misyon üstleniyordu.
Pop müziğin, Batı kültürünün, yaşam tarzının, üstünlüğünün idealize ve empoze edildiği Türk dizilerinde arka planda türküler çalıp onları popüler hale getiriyor, Türk milleti kendi değerlerinden, kültüründen, kimliğinden unsurları dizi sektöründe ilk defa onun dizilerinde bu derece buluyordu.
Elbette bu süreçlerin önemli bir kısmında senarist olarak yanında dava arkadaşı Ömer Lütfi Mete de bulunuyordu...
Kültürel hegemonyanın unsuru olan oyunculardan da jön belirlemiyordu. Kenan İmirzalıoğlu ve Necati Şaşmaz gibi milliyetçi gençlerden kendi jönlerini yaratıyordu.
Onun kafa tuttuğu dizi sektöründeki hegemonyaya dair çok yazmış birisi olarak şunu söyleyebilirim:
Türk dizi sektörü Türkiye'deki Batıcı kültürel hegemonyanın en güçlü, en mutlak şekilde hakimiyetini sürdürdüğü alanların başında geliyordu. Zaten ilişkili olduğu Türk medyası. Türk sineması ve Türk tiyatroları kurulduğu günden beri Batıcı tekel yapılarının güdümündeydi. Bilhassa da 90'larda ve 2000'lerde...
Birkaç istisna hariç Türk tarihinin, İslam dininin, milliyetçilerin ve dindarların yerin dibine sokulduğu, Batı kopyası melodramların, saçmasapan popüler ucuzlukların olduğu dizilerden ibaret bir sektör bulunuyordu. Bugün de TRT dizileri haricinde devam eden bu şedit kültürel hegemonyanın dizi sektöründe nasıl bir tekel oluşturduğu, Türk ailesini, Türk erkeğini, kadınını, tarihini, kültürünü, kimliğini ve dinini nasıl yerin dibine soktuğu, küreselci Batı hegemonyasının taşeronu olarak nasıl işlev gördüğünü iyi biliyoruz.