ÖLÜMLÜLER ve ÖLÜMSÜZLER
Bu dünya pek çok ölümlünün hiçbir iz bırakmadan geçip gittiği bir dünya. Sadece yiyip içip ihtiyaçlarını karşılayan milyarlarca insanın neticede toprak olduğu, yaşadıklarına dair geride bir iz bile bırakmadığı, bırakamadığı bir dünya...
Nihayetinde rüzgarın savurduğu, güneşin yaktığı, suyun çamura çevirdiği sayısız faniyle dolu bir dünya...
Bir de bu ölümlü dünyada ölümsüzleşenler var.
İnandıkları değerler için yaşayan, davaları için toprağa düşenler var.
Egemen düzene, egemen kültüre, egemen söyleme teslim olmayıp direnenler var.
Kimsenin izinin, tozunun kalmayacağı bu dünyaya iz bırakanlar, mühürlerini vurup öyle gidenler var.
Ölümlü bedenlerini ölümsüz bir mücadele için feda edenler var.
Tüm bu mücadeleler yok olup gider mi sandınız
Kahramanlar toz olur uçar mı sandınız
Çubuk Ovası'na karanlık çöktüğünde Yıldırım Beyazıt'ın ihanetler neticesinde bir avuç kalmış ordusuyla atlarını Timur'un fillerle dolu ordusuna karşı sürdüğünü tarih bugün de yazmıyor mu
Yavuz Sultan Selim, "Şirler (arslanlar) pençe-i kahrımdan olurken lerzan (titrek), Beni bir gözleri ahuya zebun etti felek" diye bugün 500 sene sonra bile okunan şiirinde bahsettiği Türkmen kızını arkasında bırakıp, "aşılmaz" denilen Sina Çölü'nü aşıp Mısır'ı fethetmedi mi
Plevne'yi tek başına yüz bin kişilik Rus Ordusuna karşı aylarca tutan Gazi Osman Paşa'nın adına marşlar halen söylenmiyor mu
Yiyecek ekmeyi, içecek suyu kalmamışken Medine'yi, peygamber makamını namerde teslim etmeyen Fahrettin Paşa bugün hala dualarla anılmıyor mu
Biricik sevdiği Naciye Sultan'a yazdığı son mektubundan sonra atını Rus mitralyözlerine doğru süren Enver Paşa bugün hala Türk dünyasının ortak sembolü sayılmıyor mu
Bu ölümsüzler arkalarına dönmeden gitmek yerine uzlaşmayı, geri adım atmayı seçebilirlerdi...
Mazeretler üretip ruhlarını, haysiyetlerini, şahsiyetlerini teslim edebilirlerdi...
Sırtlarındaki hançerlerle yılabilir, bıkabilir, korkabilirlerdi.
Yılmadılar, bıkmadılar, korkmadılar...
Hayallerini satmadılar, haysiyetlerini düşürmediler.