O büyük hikaye nasıl başladı
Frederick Starr "Kayıp Aydınlanma" kitabında dünya bilim ve medeniyet tarihinin Türkistan ve Türkler olmadan yazılamayacağını söyler. Henüz daha 10. ve 11. asırlarda dünya medeniyet merkezi olan Türkistan'da bulunan Türkler ise dünya tarihine daha fazla damga vurmaya hazırlanıyordu...
Roma'ya meydan okuyup yenen dahası da bin yıldır Roma'nın merkezi olan "Anatolia" topraklarını çok kısa sürede Türkleştirip İslamlaştırma süreci sadece askerî güce değil, böyle bir kültür ve medeniyet gücüne dayanıyordu.
İşte o büyük hikaye bundan tam 953 sene önce Ahlat'ta başlamıştı. Anadolu'ya giriş kapımız, ilk payitahtımız, bu topraklardaki Ergenekon'umuz olan Ahlat'a Sultan Alparslan (cennet mekan) otağını kurmuş ve Malazgirt Ovası'nda Roma'yı dize getirmişti.
O günden beri bu topraklardan bizi kimse atamadı. Defalarca uğraşmalarına rağmen başaramadılar...
Merhum Erol Güngör Hoca Türk tarihinin o büyük lideri için şöyle söylüyor:
"Eğer Türk ve İslam tarihinin son dokuz yüz yıllık kaderini çizen tek bir insan göstermek mümkün olsaydı, bu, hiç şüphesiz Alparslan olurdu. Alparslan'dan sonra İslam tarihi "Türk tarihi" halinde devam etmiş yahut Türk tarihi İslam'ın tarihi olmuştur..."
O büyük hikayemizin başladığı yer olan Ahlat'ın ve gün olan 26 Ağustos 1071'in son yıllarda böylesine hatırlanıp kutlanmasının ve hatta Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nin yapılarak Bakanlar Kurulu'na ev sahibi olmasının tarihsel ve sembolik önemi burada yatıyor.
Her kimliğin olduğu gibi millî kimliklerin inşasında da hafıza önemlidir. En başta da tarihle bugünü buluşturmak ve bugünü inşa etmek açısından önemlidir. Bu nedenle tarih sadece geçmişte yaşanmış ve bitmiş bir süreci ifade etmez. Her gün yeniden atıf yapılan, bugünü inşa eden ve kimliği var eden bir temeldir.
Pierre Nora'nın "hafıza-mekan" dediği mekanlar milletlerin sembolik anlam ve değer dünyalarının da üzerine inşa edildiği mekanlardır. Özellikle milliyetçilikler çağında milletler kendilerini başka milletlerden ayırırken; "ben idraki"ne ulaşırken tanımları bu millî hafıza mekanları üzerinden yapmaktadır. Ben ve öteki; vatan-gurbet gibi tanımlanabilecek ayrımlar bu dönemde mekan üzerinden de kendisini gösterebilir.
Daha önce Malazgirt'in kutlanmasından, hatırlanmasından rahatsız olan, Türk tarihini 100 yıldan ibaret bir "küçük ulusal tarih"e indirgemek isteyen Türk karşıtı zihniyet ise şimdilerde (herhalde Malazgirt Zaferi gündemini gölgede bırakmak için kendisine başka malzeme bulamadığından) Malazgirt'in bu kadar görkemli kutlanmasıyla 26 Ağustos 1922'de başlayan Büyük Taarruz'un gölgede bırakıldığını iddia etmeye başladı. Bu tamamen saçma sapan bir iddia. Çünkü biz zaten 30 Ağustos'ları Zafer Bayramı olarak tam da bu nedenle yani Büyük Taarruz'un zaferi olarak kutluyoruz. Dahası Mustafa Kemal Paşa gibi bir millî kahraman neden başka bir tarihi değil de 26 Ağustos'u kendisine Büyük Taarruz'un başlangıç tarihi olarak seçmiş olabilir Bunun tesadüf olduğunu düşünenler yanılıyor zira büyük liderler büyük hamlelerinde sembolizme dikkat ederler.