Milletlere, dinlere düşmanlık ve Siyonizm'in dokunulmazlığı

Uzunca bir süredir Batı'ya ve sonrasında da tüm dünyaya hakim olmaya çalışan bir kültür ve söylem dalgasıyla karşı karşıyayız. En son Paris Olimpiyatları açılış töreniyle tekrar aleni bir şekilde sergilenen, dünya toplumlarının binlerce yıllık değerlerine, kurumlarına karşı yürütülen bir küresel kültürel saldırı ile karşı karşıyayız.

Cinsiyetsiz, ailesiz, dinsiz, devletsiz, milliyetsiz bir toplum ve dünya yaratmaya dönük bir söylem bu. Bir yandan cinsel kimliklere ve aileye dönük politik, akademik ve popüler kültüre yaslanan sistematik bir söylem inşa ediliyor. Ailenin tahakkümün ve şiddetin merkezi dolayısıyla da özgürlüğe karşı bir kurum olduğu dikte ediliyor. Dahası erkeği erkeklikten, kadını kadınlıktan uzaklaştıran söylem bir "trend"miş gibi sunuluyor. Modacılarından, influencar'larına, "ilişki terapi"lerine kadar erkekliği dişilleştirmek, kadınlığı da erilleştirmek üzerine inşa edilmeye çalışılan bu dilin yansımalarını başta gündelik hayat olmak üzere her platformda görüyoruz.

Aynı saldırının dinlere bilhassa da semavi dinlere yöneldiğini görüyoruz. Dünyada yükselen İslam düşmanlığı zaten bunun en tipik örneklerinden biri. Kur'an-ı Kerim yakmayı özgürlük sayan bu sözde liberal özgürlükçü küresel kültürel hegemonyanın ikiyüzlülüğünü de biliyoruz. Yükselen aşırı sağı göstererek Müslümanları ve tüm "öteki"leri sıtmaya razı etmeye çalışanlar da başkaları değil. Yine Hıristiyanlığın bile nasıl hedef alındığını Olimpiyat açılışında görmüştük.

Bir taraftan Batı'nın kendi tarihsel toplumsal hafızasındaki ırkçılığı, köleciliği, mülkiyet ve soyluluk tahakkümüne dayanan karanlık orta çağını, sömürgeciliği hiç de esastan eleştirmeden birtakım şekilsel göstergeler üzerinden telafi ediyormuş gibi yapan sözde eşitlikçi veya özgürlükçü söyleme, "woke kültürü" denen yeni tip bir faşizan dayatmacılığa yaslanan bir kampanya bu.

Diğer taraftansa başta Hıristiyanlık gibi Batı'nın değerlerini de hedefe koyup pasifize eden ama esas olarak Batı-dışı toplumların Batı küreselciliğine karşı direnç noktalarını oluşturan vatanseverlik, din, aile, cinsiyet, millet ve millî-devlet gibi taşıma kolonlarını kesmeye çalışan bir küresel ve ideolojik kampanya...

Liberal-sol denilen ve ekonomik ayağını neoliberalizmin teşkil ettiği bu kampanyanın teorik, entelektüel, akademik sacayakları da çok uzun süre boyunca hegemonik hale gelmiş, "tarihin sonu" tezleriyle ABD hegemonyasının Batı'da ve bilhassa da Batı-dışı toplumlarda hakim olması için işlev görmüştü.