Modern dünya siyasetinin geçirdiği dönüşümleri anlamaya çalışırken, ekonomi-politik yapılar ile ideolojik ve siyasal formasyonlar arasındaki ilişkiden bağımsız bir okuma yapabilmek mümkün değildir.
İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan güçlü refah rejimlerine dayanan, temel aktörün millî devletler olduğu dünya düzeninin 1970'lerin sonunda hakim hale gelen neoliberal ekonomi-politik ve küreselcilikle nasıl ideolojik olarak hedef alındığını daha önce bu köşede tartışmıştım.
1980 sonrası fazlasıyla gündeme gelen bir olgu olan küreselleşme ile onu araçsallaştırıp bir ideolojik projeye dönüştüren küreselciliği bu noktada ayırmak gerekmektedir. Küreselleşme süreci, teknolojik dönüşümler, iletişim ağlarının genişlemesi, sermaye akışının hızlanması, bilginin yayılmasının ve kültürel dolaşımın artması gibi unsurlarla açıklanabilecek karmaşık bir olgudur. Ancak belirli bir tarihsel dönemde bu olgu, normatif ve ideolojik bir söylem olarak küreselcilik adı altında araçsallaştırılarak ve manipüle edilerek inşa edilmiştir. Küreselcilik, yalnızca dünyadaki etkileşimin ve bağların artışını betimlemekle kalmamış, aynı zamanda millî-devletlerin rolünü küçültmeyi, uluslarüstü kurumların ve sermaye hareketliliğinin önünü açmayı, milliyetçiliği çağdışı ilan etmeyi amaçlayan ve aynı zamanda alt-kimlikler veya yerel yönetim ve statü üzerinden de hem dışarıdan hem içeriden millî-devletler karşıtı bir ideolojik projeye dönüşmüştür.
Uluslarüstü birliklerin vurgulandığı, Avrupa Birliği gibi projelerin insanlığın ulaşabileceği en kusursuz ufuk olarak sunulduğu bu dönemde sağ ve sol siyaset de büyük dönüşüm geçirmişti. Neoliberal küreselcilik hem sağ siyasete hakim olmuş hem de solla etkileşime girerek solu da sınıf ve emek siyasetinden alt-kimlik siyasetine savurmuştur. "Tarihin sonu" iddiasına sahip bu neoliberal küreselcilik 20 Kasım Perşembe günü bu köşede tartıştığım üzere bir ekonomi-politikten güç alıyordu. Lakin tarih neoliberalizmin de genel olarak küreselcilerin de istediği gibi akmadı. Zaten pek çok sorunu beraberinde taşıyan, ciddi ekonomik ve toplumsal sorunlara bizzat yol açan; savaşlara, göçlere, krizlere sebep olan küreselcilik 2008 kriziyle birlikte çatırdadı. Neoliberalizmi revize ederek sistemi sürdürme çabaları da hem sonuç vermedi hem de toplumlardan ciddi reaksiyon görerek milliyetçi motivasyonlara sahip siyasal akımların güçlenmesi neticesini doğurdu.
Bu süreç, özellikle 2008 ekonomik krizi sonrasında Avrupa'da ve ABD'de "aşırı sağ" olarak kodlanan, fakat içerisinde farklı yoğunluk ve biçimlerde ulusalcı veya milliyetçi motivasyonlar barındıran yeni siyasal hareketleri güçlendirdi. Mesela bu sırada İngiltere'nin AB'den çıkışı, millî-devletin yeniden siyasal bir referans noktası haline gelişinin simgesel bir örneği olarak öne çıktı.

4