İmparatorluk
Tarih boşuna yaşanmış bir şey değildir. Geçmiş de geçmemiştir ve bugün de farklı biçimlerde devam etmektedir... Bu sadece şahıslar için değil, milletler ve devletler için de böyledir.
İmparatorluklar çağı kapanmasına rağmen imparatorluk devamı olan ulus-devletlerle diğer ulus-devletler arasında bir fark olageldi. İmparatorluk devamı olanlar bir şekilde tarihten gelen etki ve güç unsurlarını yeni tür bir hegemonya inşa etmek için kullandı. İngilizlerin "Commonwealth"i kurması, Fransızların Afrika'daki eski sömürgelerinde Afrika'ya özel olarak kendi bastığı Fransız Frank'ını hakim kılması, Rusların "komünizm" adı altında bile olsa Çarlık coğrafyasını kontrolü altında tutması bunun örnekleriydi.
Bu sadece kültürel, ekonomik ve siyasal nüfuz alanına dayanan bir inşa süreci olarak da teşekkül etmedi. Son asırda diplomasi ile öne çıkan İngiltere dünyanın bir ucundaki Falkland Adaları için Arjantin'le savaşa girebiliyor, Fransa nüfuzunun riske girdiği Afrika'daki ülkelere askerî operasyon yapmaktan çekinmiyor, Ruslar Çarlık döneminden kalma "Kızıl Elma"ları olan "Kırım" ı istila ediyor, yetmiyor imparatorluk döneminden kalan Rus nüfusun yaşadığı Doğu Ukrayna'yı işgal edip tüm Batı sistemiyle çok boyutlu bir savaşa girmekten çekinmiyordu.
Jane Burbank ve Frederick Cooper "Dünya Tarihi ve İmparatorluklar" kitabında "modern çağda imparatorluklar ölmedi, dönüştü" diye söylerler. Bu jeopolitik, kültürel, ideolojik, sembolik, siyasal veya ekonomik etki ve güç unsurları olarak devam edebilmektedir.
Elbette imparatorluk geçmişine sahip olmak iyi yönetilebildiğinde büyük bir güç potansiyeline dönüşürken, bu potansiyel yönetilmediğinde bırakın gücü imparatorluktan kopan ulus-devletlerin ulus inşasındaki "düşman-öteki"si haline gelip ve büyük bir yükle karşı karşıya getirebilir.
Türkiye içinse imparatorluk geçmişinin getirdiği o büyük potansiyeli sahiplenip kullanmak bir tarafa hem 1. Dünya Savaşı'nda yenilmiş olmanın hem işgalleri yaşamış olmanın getirdiği bir "hedef olmayalım" korkusu meydana gelmiş ve "emperyal"liği çağrıştıracak; imparatorluk coğrafyasına, kültürüne, vizyonuna, sembolizmine dair her unsur terk edilmişti. Balkanlar'a, Ortadoğu'ya, Kafkaslar'a ve Türk Dünyası'na dair iddialarından vazgeçmiş olmayı, Batı vesayetindeki bir dış politikayı "rasyonel dış politika" olarak kabul eden ve Türkiye'yi herhangi bir 3. Dünya ülkesi konumuna indirgeyen bu anlayışın kırıldığı ilk an 1939'da Hatay'ın alınması, ikincisi 1974 Kıbrıs harekatı olmuştu.
Elbette bu bir güç meselesiydi ama yine de Türkiye'nin gücü oranında yapılabilecekler olduğu da kültürün, ideolojinin, jeopolitiğin merkezde olduğu bir emperyal vizyonun diğer imparatorluk devamı olan devletlere neler kattığı da ortadaydı. Üstelik "redd-i miras" anlayışının Türkiye'ye ne kazandırdığı da tartışmalıydı... Bir şey kazandırmadığı gibi, imparatorluk geçmişi ne kadar inkar edilirse edilsin ne Batılılar ne de bölgemizdeki eski tebaamız tarafından kurulan yeni ulus-devletlerin düşmanlıklarından azade olunabilmişti.