İç cephe
"Asıl olan dahili cephedir. Bu cephe bütün milletin, bütün memleketin vücuda getirdiği cephedir. Zahiri cephe ordunun düşman karşısındaki silahlı cephesidir. Bu cephe tezelzül, tebeddül edebilir; mağlup olabilir. Fakat bu hal, hiçbir vakit bir milleti, bir memleketi mahvedemez. Mühim olan, memleketi temelinden yıkan, dahili cephenin sükûtudur. Bu hakikate bizden ziyade vakıf olan düşmanlar, bu cephemizi yıkmak için asırlarca çalışmışlar ve çalışmaktadırlar. Bugüne kadar muvaffak da olmuşlardır. Filhakika kaleyi içinden almak dışından almaktan çok daha kolaydır..."
Böyle diyor Mustafa Kemal Paşa Nutuk'ta. Biz Türklerin tarihi iki bin yıldır Türkistan'dan Anadolu'ya kadar içten yıkılmaların tarihidir. Pek çok Türk devleti başka Türk devletlerinin saldırısıyla veya Türk boylarının içeriden müdahalesiyle ya da iktidar mücadeleleri nedeniyle parçalanmasıyla yıkılmıştır. Bu makûs talihi değiştirerek büyük bir siyasal devrime imza atıp devlet sistemini baştan aşağıya yeniden kurarak Osmanlı'nın herhangi bir Türk devleti gibi yıkılmasını önleyen ve bir imparatorluğa dönüşmesini sağlayan kişi de Fatih Sultan Mehmet olmuştu.
Neticede imparatorluğun son yüzyılına geldiğimizde de bu kez azınlıklar başta olmak üzere iç cepheye dönük (bu kez emperyalistlerin yaptığı) müdahaleler yine hız kazanmıştı. Millî Mücadele sürecinde de benzer şeyler yaşandı. Bu nedenle bizzat sürecin lideri olan Mustafa Kemal Paşa yukarıdaki sözleri tarihe kaydediyordu.
Cumhuriyet döneminde de benzer müdahaleler devam etti. 6-7 Eylül'le başlayan sürecin 27 Mayıs'la neticelenmesi Türkiye'nin Batı vesayetine alınması sürecinin bir parçasıydı. Benzer durum 12 Mart ve 12 Eylül öncesinde de ideolojik ve mezhepsel farklılaşmalar üzerinden karşımıza çıkarıldı. 28 Şubat'a giden yolda nasıl faili meçhul cinayetler üzerinden Türkiye'de "laiklik-şeriat" tartışmasının hortlatıldığını da biliyoruz. 15 Temmuz'a giden süreçte de Gezi üzerinden nasıl bir yaşam tarzı ve kültürel kimlik tartışması açıldığını; çukur eylemleri ve terör saldırıları üzerinden de etnik bir gerilim yaşatılmaya çalışıldığını biliyoruz.
Bugün de artık ABDİsrail'in bölgede açıkça işgal politikası izlediği, sonraki hedeflerinin Suriye olduğu, Suriye'de PKK ile birleşerek Türkiye'ye doğrudan bir millî güvenlik tehdidi oluşturduğu günlerdeyiz. Dahası Kıbrıs Rum Kesimi'nin ikinci bir İsrail'e dönüştürüldüğü ve Türkiye'nin kuşatma altına alınmaya çalışıldığı da görülüyor. Hal böyleyken Türkiye'nin dışarıdan müdahale edilmesi zor bir ülke olması Türkiye'nin iç cephesinin hedef alınma ihtimalini de ortaya koyuyor.