Geçmiş geçer mi

Yaşanan büyük acılar, travmalar, hayal kırıklıkları insan hafızasında büyük yara izleri bırakır. Kimi çocuklukta yaşadığı travmayla geceleri rüyalarda karşılaşır. Kimi radyoda çalan bir şarkıyla yıllar öncesinde yarım bıraktığı aşkının tokadını yemiş gibi sarsılır... Kimi elinden alınmış bir hayalin yoksunluğunu, kursakta kalmış hevesini telafi etmek için sürekli bir kendini ispat çabasına takılıp kalır...

"Benim heveslerim kursağımda kalmakla ünlüdür" diye boşuna yazılmamıştır...

Neticede geçmiş geçmemiştir ve kimine ağır bir yük, kimine sırtında kanayan bir yaradır. Kimi için geçilmesi gereken büyük bir engel, atlanması gereken derin bir uçurumdur...

Geçmiş bazen bugünden bile daha canlıdır. Hadiseler, insanlar hafızada hep yer tutar ama esas yaşattıkları his ise bugünü inşa etmektedir. Hafıza ile kimlik; geçmiş ile bugün arasındaki karşılıklı inşa süreci böyle gerçekleşir.

Bu insanlar için böyleyken milletler için de farklı değildir. Kolektif hafıza milletlerin kolektif kimliğinin inşasındaki en önemli dinamiktir.

Milletlerin de çocukluk dönemi travmaları, çalınmış hayalleri, yarım bırakılmış idealleri vardır. Milletler bu travmaları aşsalar da hafızadan kaybolmaz; en ufak vesilelerle nükseder.

Bundan tam 64 yıl önce yaşananlar da böyle bir travmadır. Binlerce yıllık tarihinde ilk defa kendi liderini seçmiş, büyük bir heyecanla demokrasiyi, millet egemenliğini ilk defa gerçek anlamda yaşamaya başlamış Türk milletinin hevesi kursağında bırakılmıştır. Milletin ilk seçilmiş lideri hain bir askerî darbeyle devrilmiş ve sonrasında da idam edilmiştir.

Amaç bellidir... Ancak Batılılar ve Batıcılar kendi kendini yönetmeye ehildir; Batı dışı toplumların Batıcı kuklalar tarafından yönetilmesi yerine millet egemenliğine, demokrasiye sahip olmaları onların Batı'nın kontrolünden çıkması, bağımsızlaşması anlamına gelecektir.

Hele söz konusu Türkler olduğunda bu kez de Batılıların çocukluk travmaları ve korkuları devreye girecek, Türklerin bağımsız hareket etmesinin ileride başlarına ne büyük belalar açabileceği Batı'nın kolektif hafızasındaki malum Türk fobisini harekete geçirecektir. Zaten o "belalar" da asırlar sonra ilk defa Kıbrıs mücadelesine girişen, Kıbrıs Türklerinin garantörlüğünü alıp onları silahlandıran, onları "mücahit" yapan Demokrat Parti Batılıları teyakkuza geçirmeye yetmiştir.

O nedenle Türk milletinin kendi kimliğine, inancına, ruhuna düşman olmayan, tersine bunları sahiplenmeye çalışan Demokrat Parti, Batılılar için de onların içimizdeki uzantıları olan Batıcılar için de bir "tehlike"dir.

Sadece asırlar boyu geri çekilmiş bir milletin kaybolmuş özgüvenini tekrar kazandırarak Kıbrıs'a sahip çıkmıyor, ezanı da aslına çevirerek, sanayileşerek büyük "suç" işliyorlardır.