Fırtınada sığınacak liman

Zorluklarla, koşuşturmalarla, mücadelelerle dolu bir modern hayat düzeninde yaşıyoruz. Gündelik hayatın zorlukları bazen kalkanlarımızı çatırdatıyor, bazen duvarlarımızın yükselmesine sebep oluyor, bazen de bizi sendeletiyor.

Bir yandan da modern zamanlardaki hayat öyle bir hayat ki sendelemenize, üzülmenize, acıyı yaşamanıza, hasret çekmenize bile müsaade etmiyor. Bir yandan sektör haline gelmiş kişisel gelişim kitapları, videoları "güçlü ol, cool görün, hayata gülümse, önemseme" gibi aforizmalarla insanın insani duygulara sahip olmasını ayıp ve yoksunluk gibi tasvir ediyor. Öte yandan psikiyatri "sektörü" anti-depresanlarla sizi "hasta" ilan edip "tedavi" etmeye başlıyor. Elbette bazı büyük travmalar profesyonel bir destek alınmayı gerekli kılabiliyor; peki ya her türlü hüznü, zorluğu hemen bu modern sektörlere havale etmek mi gerekiyor Sahi ruhumuzun şifası gerçekten bu modern öğretilerde mi

Burada esas mesele ise insanın toplum içinde oynaması gereken rol, sürekli kendisini sahnede hissetme ve ona göre davranma mecburiyeti. Sosyolojinin önemli kuramcılarından Erving Goffman "Günlük Yaşamda Benliğin Sunumu" kitabında ortaya attığı "dramaturji" yaklaşımıyla gündelik hayattaki sosyal ilişkileri rol, performans ve sahne kavramları üzerinden tasvir ediyor. Hem iş yaşamında hem de diğer beşeri ilişkilerde sürekli bir dramatik canlandırma halinde olan insanı anlatan Goffman her bir performansın aslında inşa edilmiş belli standartlara uymak, beklentileri karşılamak ve bir şekilde başarılı bir oyunculuk sergilemek üzerine olduğuna dair teferruatlı analizler yapıyor.

Gündelik hayat, neticede hakikatle ilişkisi ne olursa olsun bir teşhir ve performans sürecidir... Arkadaş sohbetlerinde bile mutlaka bir maske takılır. Bir diğer sosyolog Lefebvre'in dediği gibi bir süre sonra maskeler yüze, deriye yapışır; deri, ten maske halini alır.

Bazen size düşmanlık yapanla bile o maskeyi takıp iletişim kurmanız gerekir. Bazen sevdiğinize bir selam bile vermemeniz gerekir.

Bu nedenle bu çağ büyük bir güvensizlik çağıdır. İnsan ruhu kendini güvende hissetmez, kimseye güvenemez. Kazara güvenecek olsa sırtından hançerlenmesi an meselesidir çünkü...

Aslında her şeyin standardize edildiği, normların ve kuralların hakim olduğu bir dünya olarak tanımlanan modernitenin insan ruhu için ne kadar öngörülemez, müphem ve sürekli teyakkuz hali gerektiren bir olgu olduğu da böylece karşımızda durmaktadır. İşte bu yüzden insan ruhunun yükü de yorgunluğu da sürekli ağırdır.