Dünya siyasetinin yeni ekseni: Küreselcilik-milliyetçilik

Dünyada ekonomi-politik değişimlerle ideolojik ve siyasal değişimler arasında her zaman bir ilişki bulunmaktadır. İkinci Dünya Savaşı sonrası sanayiye ve tam istihdama dayalı, Keynesyen refah toplumu anlayışıyla ortaya çıkan ve millî-devletler merkezli bir çağ yaşandı. Bu çağın 1970'lerin sonuna doğru kapanmaya başladığı görüldü. Finans sermayesinin üretim sermayesine karşı ağırlık kazanmaya başladığı, üretimin post-fordist üretim sistemiyle küresel bir üretim zinciriyle millî- devlet sınırlarını aşacak yeni bir ulus-aşırı bir örgütlenmeye gittiği ve neoliberalizmin dünya ekonomi-politiğinde hakim olmaya başladığı yeni bir dönemle karşı karşıya kalındı.

Neoliberal ekonomi-politiğin hem sağ hem de sol merkez siyasetle çeşitli biçimlerde senteze girip dönüştürdüğü bu süreçle birlikte Batı'da muhafazakar partiler neoliberal hegemonyaya tabi olurken, sol partiler de neoliberalizme cepheden karşı çıkmakta zorlanacak, sınıf ve emek siyasetinin yerini alt-kimlik siyasetine bırakacak sol-liberal partiler haline gelmeye başladı.

Üretimde, tüketimde, ticarette, bilgide, iletişimde, kültürde ve siyasette etkileri farklı derecelerde görülmeye başlanan küreselleşme sürecini manipüle edip araçsallaştırarak bir siyasal fikir olarak inşa etmeye çalışan küreselcilik de bu dönemde ortaya çıkıp bu neoliberal ekonomi-politiğe yaslanıyordu. Felsefede post-modernizme, siyasette sol ve sağ neoliberalizme, kültürde Batı'nın küresel kültürel hegemonyasının başta Wok kültürü olan bazı sacayaklarına, uluslararası siyasette de millî-devletlerin yerini alması öngörülen ulus-ötesi birliklere ve kurumlara dayanıyordu.

Yani "tarihin sonu" tezleriyle millî-devletlerin ve milliyetçiliğin çağının kapandığını, neoliberalizmle devletin rolünün azaltıldığı, akademi ve felsefede etnisite, mezhep, cinsiyet gibi alt-kimliklere vurgu yapıldığı, kültürde millete, dine, aileye, devlete dair değerlerin karikatürize edildiği bir dönemdi bu. Bir yandan küreselleşme, küresel sermaye ve ulus-ötesi kurumlara; diğer yandan da binlerce etnisiteye, mezhebe, alt-kimlik grubuna statü vermeyi vaaz eden siyasal ve kültürel programlarla milliyetçilik baskı altına alınıp dünya tarihinden silinmeye çalışıldı. Küreselleşmenin merkezi, küreselciliğin de lokomotifi Batı ve bilhassa da Siyonizm'le içli dışlı ekonomik, siyasal ve kültürel elitler olduğu için de hedef haline gelen ilk milletler Batı-dışı milletler oluyordu.

Batılı küreselciler, Frederick List'in ifadesiyle kendi çıktığı milliyetçilik ve kalkınmacılık basamaklarından Batı-dışı milletler de çıkamasın diye "merdiveni itiyor"du.