Önceki yazımda "yerli" dizi diye bilinen ve bilhassa da dijital mecralarda üretilen dizileri tartışmıştım. Bu dizilerin nasıl küresel Batı hegemonyasının aparatları olarak fonksiyon gördüğünü; geleneksel ve hatta modern cinsiyet rollerine, değerlerine ve neticede de aileye karşı bir taarruzda bulunduğunu ele almıştım. Woke kültürü denilen bir küreselci akımın "yerli" görünümlü unsurlarının toplumları millet yapan temel kolonları nasıl kesmeye çalıştığını ve bunun için de bizzat kadınlığa ve erkekliğe saldırdığını; sözde yeni ideal tipler yarattığını gündeme getirmiştim.
Bugün de benzer şekilde küresel kültürel hegemonyanın "yerli" taşıyıcılarının şiddeti normalleştirmeye ve milletlerin kolektif yaşam kültürünü sabote etmeye dönük çabalarından bahsedeceğim. Bu güçlerin hem aile karşıtı söylemleri için kullandıkları bir argüman olarak aile içi şiddeti izleyiciye boca etme niyetlerinin hem de ucuz reyting hedefinin bir parçası olarak dizilerdeki şiddet gösterimi üzerine bir tartışma açacağım.
Tam bu noktada da KADEM'in önemli bir araştırmasına müracaat edeceğim. "Medyada Kadına Yönelik Şiddet ve İzleyici Farkındalığı: Yerli Dizilerin Şiddet Haritası" başlıklı araştırmanın sonuç raporunda bilhassa yerli dizilerdeki kadına yönelik şiddet, örnekleriyle ortaya koyulurken farklı şiddet türlerinin nasıl açıkça gösterildiği de analiz ediliyor.
Araştırmada hem televizyonlarda hem de dijital platformlarda yer alan dizilerin teker teker hangi sayıda, biçimde ve oranda kadına şiddete yer verdiğine dair bulgular analiz ediliyor. Bu şiddet gösteriminin birçok boyutu bulunmakla beraber ilk olarak bu gösterim şiddetin sıradanlaştırılmasına ve normalleştirilmesine hizmet etmek gibi bir olumsuz işleve sahip olmaktadır.
Bu araştırmalardaki bulgulardan yola çıkarak altını çizmek istediğim bir başka nokta ise şiddet gösterimini salt bir reyting alma çabası olarak değerlendirmenin de ötesinde meselenin küresel boyutudur. Zira bu "şiddet pornografisi"nin arkasında aileyi şiddetin ve tahakkümün kurumsallaştığı bir merkez olarak etiketleme amacı bulunmaktadır. Bu etiketleme küresel aile karşıtı dili yeniden üretmekte hem bunun üzerinden annelik ve babalık kavramlarına hem de evliliğe karşıt bir söylemi inşa etmektedir..
Ailenin bir mensubu olarak kadının zayıf, aciz ve şiddete maruz kalmasının mukadder gibi resmedilmesi sanatın toplumsal gerçekçiliğinin çok ötesine geçmiş, adeta bir nevi kampanyaya dönüşmüştür.
Dizilerdeki "güçlü kadın" karakterleri de genelde sözde aileye meydan okuyup cephe almış ve dahası da üretkenliği, entelektüel gücü, eğitim ve çalışma hayatıyla değil de Batılı düşünce ve yaşam tarzıyla sözde "güçlü ve özgür kadın" olmuş karakterler temsil etmektedir.