CHP ve kültürel apartheid rejimi
Çocukluk arkadaşlarına, akrabalara, komşulara kusulan nefret... Dersine girmek isteyen öğrencilere karşı yapılan baskılar ve sarf edilen tehditler... Malum kahveciye gidenlere edilen küfürler, yapılan tacizler... Camiye, mezar taşlarına ve polise karşı şiddete varan eylemler... Belediye başkanının propagandasını yapmadığı için linç edilen ünlüler...
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı'na yapılan yolsuzluk operasyonu sonrası başlayan tartışmalar incelenmesi gereken bir vakaya dönüşüyor. Yolsuzluk operasyonuna ve İmamoğlu'nun tutuklanmasına karşı bazı tepkilerin, gösterilerin ortaya çıkması şaşırtıcı değil. CHP'nin ve tabanının kitlesel olarak buna karşı çıkması da anlaşılabilir. Ama konu maalesef bununla sınırlı kalmıyor.
Bir mağduriyet söylemiyle bile alakalı olmayacak bir ayrıştırma, kutuplaştırma süreci hem ekonomik ve hem de kültürel boyutlarıyla sürdürülüyor.
Bugüne kadar genel başkan olmuş ama gerçek anlamda CHP'nin lideri olamamış, kurultayı Ekrem İmamoğlu sayesinde kazandığı için onun vesayetinden çıkamamış Özgür Özel'in kendi liderliğini inşa etmek için gerilimi yükseltecek bir nefret söylemiyle otoritesini tabanı üzerinde tahkim etmek istediği görülüyor.
İmamoğlu soruşturmasıyla bir alakası olmayan, bir fayda da getirmeyecek bu kutuplaştırıcı ve ayrıştırıcı söylemlerin ilk ayağını Türk milletini tıpkı 12 Eylül öncesindeki "sağcıların kahvehanesi- solcuların kahvehanesi" türünden mekansal olarak ayrıştıracak tehlikeli bir iklime sürükleme riski bulunuyor.
Burada Özgür Özel'in kullanmak istediği toplumsal psikolojiye ve sosyo-kültürel dinamiklere dikkat kesilmek gerekiyor. Son yazımda bahsettiğim "Batıcı nefret" burada önemli bir veriyi oluşturuyor. Her CHP'li siyasetçi gibi Özgür Özel de şunu biliyor ki bu Batıcı nefreti kullanan siyasetçi bir şekilde Türkiye'nin Batıcı aktörlerinin desteğini arkasında tahkim edebilir ve liderlik rekabetinde öne çıkmanın yolu buradan geçmektedir.
İşte bu nedenle Erdoğan-karşıtı dilin tedavüle sokulması hemen toplumun belli kesimlerinde ve sosyal medyada İslam-karşıtı, Türk-karşıtı, gelenek-karşıtı, muhafazakarlık-karşıtı veya milliyetçilik-karşıtı dinamikleri harekete geçirebiliyor. Hemen o alışıldık nefret söylemi örnekleri bizzat siyasal ve kültürel aktörler üzerinden yaygın ve sıradan hale getirilip kitleselleştirilebiliyor.
Yalnız burada bilinmesi gereken husus şu: O çok özenilen Batı'da bile kültürel hegemonya dışı toplumsal gruplar ve kişiler, konjonktür ne olursa olsun, hiçbir zaman Türkiye'deki gibi bir toplumsal kodlamayla, sembolik şiddetle, ayrımcılıkla karşı karşıya kalmaz. Mesela farklı siyasal tercih sahiplerinin Türkiye'de olduğu gibi karikatür dergilerinde ve sosyal medyada "cahillik", "yalakalık", "satılmışlık", "fakirlik", "makarnacılık", "yobazlık", "tipsizlik", "gerizekalılık"le (bu etiketler on binlerce sosyal medya kullanıcısına ve karikatür dergilerine aittir) ayan beyan etiketlenmesi gibi bir durumu modern demokrasilerde ve nefret suçunun büyük bir suç olduğu konusunda tartışmasız bir uzlaşmanın olduğu hukuk devletlerinde tahayyül etmek bile mümkün değildir.